31 Temmuz 2009 Cuma

Bir Efsane'yi Daha Kaybettik(!)


İngiliz Futbolu'nun en önemli isimlerinden biri olan ''Sir'' Bobby Robson hayatını kaybetti. Kariyerinde sayısız başarı kazanan Robson Barcelona, PSV, Porto, İngiltere Milli Takımı, Newcastle gibi takımları çalıştırdı.

76 yaşında hayatını kaybetti...

Güven: Rijkaard


Maçla ilgili bir analiz yapmaya pek gerek yok. Ancak şunu söylemek lazım ki takım gitgide daha iyi oluyor. Ve Rijkaard'lı Galatasaray güven vermeye başlıyor.

Bir not da kaptan için...

Gerçekten hak ediyor kaptanlığı ve 10 numarayı...

30 Temmuz 2009 Perşembe

Forza Fede(!)



Federica Pellegrini, İtalyanların ''Fede''si...

İtalyanlar ona büyük destek veriyor. Fede de onları yanıltmıyor...

1988 doğumlu olan Fede Roma'da iki tane altın aldı. Hem ikisi de dünya rekoruyla...

Biz de desteğimizi veriyoruz...

Forza Fede(!)

Phelps'i Kızdırmanın Sonu(!)


Michael Phelps...

Yüzme tarihinin en büyük ismi...

Şampiyonların şampiyonu...

Onun için ne söylesek az gelir. 24 yaşındaki bu Amerikalı yüzme tarihinin en büyük ismi oldu şimdiden. Pekin Olimpiyatları'nda aldığı 8 altın madalya ile rekor kıran ve rakipsiz olan gerçek bir şampiyon. Birçok yüzücü onla yarışırken amacı 1.lik değil 2.lik'tir. Çünkü Phelps gerçek bir fenomen.

Geçtiğimiz yıl marihuanna içerken görüntülendiği fotoğraflar sonucu bir ceza almıştı. Aslında bu Phelps gibi örnek gösterilen bir sporcunun kimliğine darbe vurmuştu. Pekin Olimpiyatları'nın tartışmasız en önemli ismi olan bir sporcunun bu şekilde görüntülenmesi kötüydü. Hele ki Phelps gençlere örnek gösterilirken böyle bir olay patlak vermesi, Amerikalıların ve yüzmenin altın çocuğuna yakışmamıştı. Ancak bu Amerika'da birçok gencin sorunu zaten. Daha sonra Phelps bunun bir hata olduğunu söylemiş ve özür dilemişti.

Şimdilerde Roma'da yapılan Dünya Yüzme Şampiyonası'nda izliyoruz ''Büyük Şampiyonu''...

Ancak geçtiğimiz günlerde büyük bir sürpriz gerçekleşti. Phelps 200 metre serbestte geçildi. Gümüş madalyada kaldı. Birçok sporcu buna sevinir ancak Phelps iseniz sevinemiyorsunuz. Phelps uzun bir aradan sonra yarıştığı bir yarışta geçildi. Buna kendisi kadar herkes şaşırdı. Çünkü bu her zaman görülebilecek bir durum değil.

Ardından dün 200 metre kelebek yarışı vardı. Phelps'deki bakışları görünce tırsmadım değil. Çünkü acayip hırslanmıştı. Kendine yediremedi tabi gümüşü. Ve yarışın başından sonuna lider götürdü. Matsuda'nın falan altını aklından geçirmesine izin vermedi.

Phelps'i ilerleyen yarışlarda bakalım neler bekliyor?

Tavsiyem Phelps'i fazla kızdırmasınlar. Yoksa Phelps kontrolden çıkar...

Phelps...

Bir düşün gerçeğe dönüşmesi: Elano(!)


Taraftar artık inler hale gelmişti, gece nöbetlerinden. Ha geldi ha gelicek derken haftalar geçmişti. Van der Vaart'lar, Deco'lar kimlerin ismi yazılmadı ki. Ama sonunda belki de gelme ihtimali onlardan daha zor biri geldi: Elano Blumer. İsmi çıktığında çoğu kişi gibi bende olmaz diyordum. Zira söylentiler peşinde Milan'ın olduğunu da söylüyordu. Ve gerçekten Elano gibi bir oyuncuyu almak için çift hanelere çıkılması gerektiğini düşünüyordum. Ancak tüm bunların yanında bir faktörü atlamışım: Haldun Üstünel. Nam-ı diğer 007 Haldun. Ve bu Haldun Üstünel faktörü Elano gibi bir Brezilya incisini Galatasarayımıza getirdi.

Elano denilince akla hep serbest vuruşlar ve inanılması güç şutlar gelir. Ancak onu tarif etmek için bu yetersiz kalır. Elano o Brezilya kumsallarının rahatlığında yetişmiş birçok oyuncunun aksine ciddi ve disiplinli bir adamdır. Bundan ötürü olsa gerek Premier League gibi fizik güce dayalı bir ligde kendini kanıtlamış bir Brezilyalı'dır. Ancak oraya alışırken içindeki özü kaybetmemişdir. İzleyenlerin topu ayağına yapıştırdığını zannettirecek kadar iyi bir ilişkiye sahiptir topla. Oyunun güzellikleri ile ilgilenen ve Brezilya futbolunun pozitifliği ile mücadeleti birleştiren bir yapıya sahiptir. bunun en büyük kanıtı da dediğimiz gibi İngiltere performansıdır.

Tabi ondan önce Elano'nun Shaktar yılları da var. Elano öyle bir cevherdir ki Doğu Avrupa'da Ukrayna'da dahi parlamayı başarmış bir futbol varlığıdır. Oynadığı futbol ile Ukrayna'da bir güneş gibi parlamış ve Brezilya Milli Takımı'na seçilmiştir. Yeteneklerini bu tarz sert liglerde mücadelesi ile birleştiren Elano, Ronaldinho vb. tarzda yumuşak Brezilyalılardan ziyade Brezilya futbolunun şuanda en iyisi olarak kabul edilen Kaka'nın izinden gitmiştir. Kaka gibi takımı için gerektiği zaman istenileni yapmıştır. Gerektiğinde defansa yardıma da gitmiştir. Bu Brezilyalı futbolun bir eğlence olmasının yanında ciddi de bir iş olduğunun farkındadır.

Elano ile Galatasaraylılar serbest vuruşlarda tekrar heyecanlanmaya başlayacaktır. Koordinatlarını girip hızını ayarladığı serbest vuruşları bu sezon sık sık izleyeceğiz. Bunun yanında oyunun içinde aynı futbol dilini konuştukları Arda, Kewell, Keita, Baros gibi adamlar da olacak. Bu yüzden alışma konusunda da fazla sorun çekmeycektir.

City'de geçirdiği ilk senede takımın bir numaralı opsiyonu olan ve City'nin efendisi olan Elano, City'nin başına geçen ve ortalığa para saçan Arap sahiplerden sonra düşüşe geçti. Alınan pahalı oyuncuların ardından geri plana itilen Elano mutsuz bir hale getirildi. O da kafasına koyduğu ayrılma planlarını bu sene gerçekleştirdi. Rijkaard'ın altında çalışmanın önemli bir faktör olduğunu da söylemek gerekir. Bu transferde tabiki Haldun üstünel'in önemli bir payı vardır. Ancak Elano'yu özellikle Rijkaard'ın istediği ve Elano'nun da Rijkaard faktöründen etkilendiği biliniyor.

Şimdi bu transferin tadını çıkarma zamanı. Bundan sonrası Rijkaard ve teknik ekibin işi. Koltuğumuza yaslanıp uçuşa hazırlanalım...

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Tekek Tek Özel - 27.07.2009


Her pazar günü Habertürk'te yayınlanan saat 22:00'de başlayan ve Fatih ALTAYLI-Murat BARDAKÇI ikilisinin sunduğu programın dün akşamki konuğu Nezih UZEL idi. Tasavvuf ve İstanbul Kültür Tarihi konularında uzman olan, aynı zamanda bir müzisyen ve yazar olan Nezih UZEL ile tasavvuf, tarikatlar konuları üzerine konuşuldu. Çoğu zaman bu konuların dışında hoş bir sohbet de gelişti.


NOTLAR

*
Ahilik, esnaflar tarafından oluşturulan tasavvufi yönleri de olan bir lonca teşkilatıdır. Kurucusu Ahi Evren olarak kabul edilmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun da kuruluş sürecinde önemli bir rol üstlenmişlerdir. O dönemde tam anlamıyla ortaya çıkmamış olan merkezi otoriteyi sağlamada yardımcı olmuşlardır. Oturmuş bir düzenin de oluşmasın da etkili olmuşlardır. Çok güçlü bir yapıya sahiplerdir. Yıldırım Bayezid'in Timur'a Ankara yenilgisinden sonra girilen Fetret Devri'nde Ankara'yı yönetmiş ve ayakta tutmuşlardır. Ancak her zaman Osmanlı otoritesini benimsemiş ve tekrar hakimeyeti sağlamalarını arzulamışlardır. Horasan'dan ortaya çıkan Türk Tasavvufunun temellerine dayanırlar.

* Ahi doktrininde üyeler birbirine çok bağlıdırlar. Kendilerinin dışında toplumun kalkınmasına ve yardımlaşmaya çok önem verirler. Gün boyunca elde edilen gelir 18 dirhemden fazla olduğu takdirde bu halkın malı sayılır ve bağışlanırdı. Ayrıca esnaf birbirlerine yardım ederek, herkesin gelir kazanmasını arzulardı. İhtiyacından fazla para haram olarak kabul edilirdi.

* I. Dünya Savaşı bir propaganda savaşı mahiyetindedir. Yalanlarla sürdürülmüş ve toplumların kandırılmış olduğu bir savaştır. Savaşın uzamış olmasının sebebi de budur. Avrupa'da sadece üst bir kesmin haberdar olduğu bir savaştır. Herkes savaşı istediği gibi göstermiştir. Fransızlar, İstanbul'a getirdikleri Müslüman Senegalli askerlere Türklerin camileri yıktığını söylemiştir. İstanbul'a geldiklerinde camilerde ezan okunduğunu gören bazı Senagalliler intihar etmişlerdir. İngilizler de Hintli Müslümanları Türkler camileri yıkıyor diye kandırarak savaşa getirmişlerdir. Şerif Hüseyin de, Türkler orucu yasakladı diyerek bize karşı propaganda yapmıştır.

* İstanbul'da 3 tane dergah sürekli açık kalmıştır. Zaman zaman isimleri değişse de faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Bu dergahlar sadece bir zikr yeri değil, aynı zamanda bir eğitim yeridir. Dergahlar geleneklerini sürdürmüşlerdir.

* Cumhuriyet döneminde tekkeler kapatılmıştır. Bu kararın yanında tekkelerde görevli olan kişilerin ünvanları da alınmıştır. Vakıfları kapatılmış ve resmi olarak ortadan kalkmıştır. O zaman tekkelerin yaşayan şeyhleri ise ölene kadar burada kalabileceklerdi. Osmanlı döneminde tekkelere belirli bir ücret verilmekte idi. Bu ücret yeni ortaya çıkmış bir devlet için çok gelecekti. Laik bir devletin bu ağırlığı taşıyamayacğı düşüncesiyle kapatılmıştır.

* Dergahlarda zikirler yapılmaktadır. Bu zikirler adına dergah kurulan kişinin özel duası ile başlar, getirilen salavatlar ile devam ederdi. Daha sonra kelime-i tevhitler başlar, Allah'ın bazı isimleri okunurdu. Bu isimler okunurken insanın içinde bir coşku oluşur ve bir tim ortaya çıkar. Ardından dualar okunur ve biter.

* Mevlana'nın babası Horasan'da önemli bir kişidir. Daha sonra Horasan'dan çeşitli nedenlerle göç etmişlerdir. Afganistan'da iken de Mevlana dünyaya gelmiştir. Mevlana sonraları Konya'ya göç etmiştir. Burada medrese hocalığı yapmıştır. Sözü dinlenen önemli kişilerden biri olmuştur. Birgün bir Kalenderi dervişi ile karşılaşmış hayatı değişmiştir. Daha sonra bu derviş ile sık sık sohbet eden Mevlana'nın içindeki ilahi aşk ortaya çıkmıştır. Horasan tasavvufundan etkilenmiştir. Daha sonraları medreseyi bırakmıştır.

* Sema çok eski bir ritüeldir. Mevleviliğe özgü bir olay değildir. Eski İran dinlerinde ve Orta Asya'da da benzer hareketler görülmektedir. Ayrıca Mevlevi ayinleri de Mevlana döneminde ortaya çıkmamıştır. Mevlana'dan sonra onun izinde gidenleri tarafından ortaya çıkmıştır. Zaman içinde gelenekler ve davranışlar olumuş, kalıcı hale gelmiştir.

* Zikir sırasında öyle bir an gelir ki daha önce bestelenmiş ilahilerin hiçbiri o ana uymaz. O anki ruh hali ile yeni bir ilahi ortaya çıkar. Bu çok özel bir durumdur.

* Bektaşilik de Mevlevilik de Horasan Tasavvufu temellidir. Ancak Mevlevilik de Arap etkisi vardır. Mevlevilik devletin daha üst makamlarında bulunan kişilerde itibar bulurken Bektaşilik daha çok halk kesiminde ilgi görmüştür.

* Ayasofya üzerine birçok rivayet vardır. Bu rivayetler yazılsa bir ansiklopedi çıkabilir. Bunlardan biri; İstanbul'un Fethinden sonra Ayasofya'nın mahzeninde bir falcı bulunmuştur. Bu falcı Bizans İmparatoruna Türklerin İstanbul'u alacağını söylediği için mahzene atılmıştır. Daha sonra Fatih Sultan Mehmet bu kişiye fal baktırmıştır. Bu falda Fatih Sultan Mehmet'e kendisinin kan ile aldığı İstanbul'un torunları tarafından para ile satılacağını söylemiştir.


Ara ara sohbete daldığımdan fazla not tutamadım.

Uğur YILMAZ

26 Temmuz 2009 Pazar

Tarihin Arka Odası - 25.07.2009


Her Cumartesi Habertürk'te 23:15 sularında başlayıp 05:00'e kadar hatta daha ileri zaman dilimlerine kadar süren Tarihin Arka Odası'nda dün konu ''İzmir Suikasti'', ''Ankara Davaları'', ''İttihat ve Terakki'nin Tasviyesi'' idi. Programa İttihat ve Terakki konusunda bilgili bir araştırmacı olan Erol Şadi ERDİNÇ de katıldı. Murat BARDAKÇI ve Pelin BATU'nun bulunduğu programda yaşadığı gecikme nedeni ile Erhan AFYONCU yoktu.

NOTLAR

*
İzmir'de ATATÜRK'e yapılacak suikast girişimi yapılan bir ihbar sonrası engellenmiştir. Gelen ihbar üzerine o dönemin İzmir Valisi Kazım DİRİK harekete geçmiştir. Yapılan baskın sonucu basılan evde birçok silah bulunmuştur. Suikast ATATÜRK İzmir'e girerken yolun darlaştığı bir kesimde bulunan berberden gerçekleştirilecekti. Suikasttaki amaç ATATÜRK'ü ortadan kaldırmaktır.

* Suikast girişimi ile ilgili ihbarı yapan Giritli Şevki'dir. Giritli Şevki, bir kayıkçıdır. Görevi suikasti yapanları daha sonra kayık ile bir adaya kaçırmaktır. Ancak ATATÜRK Bursa'da 1 gün fazla kalıp, İzmir'e gelmeyince Giritli Şevki yakalanma korkusu içine düşüp, bu işten kurtulmak için polise bu durumu ihbar etmiştir. Daha sonra da vali ve emniyet birimleri harekete geçip operasyon düzenlemiştir. Daha sonra Giritli Şevki ödüllendirilip, serbest bırakılmıştır.

* Suikasti planlayanlardan biri de Ziya Hurşit'tir. Ziya Hurşit bir dönem ATATÜRK tarafından milletvekili seçtirilmiştir. ATATÜRK bu girişimin içinde Ziya Hurşit'in de olduğunu öğrenince şaşırmıştır.

* Daha sonra birçok isim gözaltına alınmıştır. Kazım KARABEKİR, Ali Fuat CEBESOY gibi ''Milli Mücadele''nin liderlerinden olan iki önemli kişinin de aralarında bulunduğu birçok isim sorgulanmıştır. Kazım KARABEKİR ilk gözaltına alınma girşiminde İsmet İNÖNÜ tarafından serbest bırakılmıştır. Daha sonra İstiklal Mahkemelerinin isteği üzerine tekrar getirilmiştir.

* Rauf ORBAY, Adnan ADIVAR gibi muhalifler mahkeme sürerken Fransa'da kalmışlardır. Rauf ORBAY, TBMM'ye mektuplar yollamıştır. Bu mektuplarda eğer gelirse bu mahkemelerin kendisini nasıl adil yargılayacağını sorgulamıştır.

* Halis Turgut ve İsmail Canpolat'a mahkeme tarafından 10 yıl kürek cezası verilmiştir. Ancak daha sonra içlerinden biri ''Ben birşey yapmadım. O yüzden ceza almayı kendime yediremem.'' demiş ve diğeri de buna katılmıştır. Bu durumun üzerine İstiklal Mahkemesi tarafından idam ile cezalandırılmıştır. Bu da İstiklal Mahmkemeleri'nin ne denli değişik kararlar verebildiğinin göstergesidir.

* İstiklal Mahkemeleri'nde hak, hukuktan ziyade hakimlerin vicdanı ön plandadır. Zaten İstiklal Mahkemeleri ''Milli Mücadele'' sırasında asker kaçaklarını önlemek amacıyla kurulmuşlardır. Üstün yetkilerle donatılmış ve temyize imkan verilmemiştir. Daha sonraları başka davalara da bakmaya başlamışlardır.

* Dr. Nazım idam edilirken Nesimi'nin yazdığı gazelin bir mısrasını okumuştur. Bu mısra ile rejimin ve hevesin geçici olduğunu söylemek istemiştir. Bu sözler daha sonra bestelenmiştir. Ancak o dönemde yasaklanmıştır. Daha sonra Menderes döneminde bir ortamda Menderes'in isteği üzerine çalınmış ve yasak kaldırılmıştır.

'' Bu ruzgar-i bi mededin inkilabı var ''

* Dr. Nazım, Abdulahmit'in vaatlerine inanmayıp Paris'te kalan İttihatçılardan biridir. Aynı adla devam etmek istemese de İttihat ve Terakki'ye bağlılığını sürdürmüştür. Uzun süre Merkez-i Umumi'de görev yapmıştır. Önde gelen İttihatçılardan biridir.

* Teşkilat-ı Mahsusa bir istihbarat teşkilatıdır. Orduya bağlıdır. Ordunun resmen yapamadığı işeri yapan bir teşkilatıdır. Devleti zor durumda bırakmak isteyen eylemleri engellemeye çalışmışlardır. Bunun yanında İttihat ve Terakki'nin Merkez-i Umumi'sine bağlıdırlar. İstanbul'un olası Yunan İşgali'ne karşı şehri Yunanlılara kolay bırakmamak için Ayasofya'ya dinamit yerleştirmişlerdir. Devletin güvenliğini sağlamak konusunda Tehcir olayında da etkili olmuşlardır.

* Trabzon mebusu Şükrü Bey, ATATÜRK'ün muhaliflerinden biridir. Mecliste sert konuşmalar yapmış biridir. Topal Osman Ağa, Şükrü Bey'in bu tavrı üzerine onu uyarmış daha sonraları da bir yemekte boğdurtarak öldürtmüştür. Şükrü Bey'in oratadan kaybolması üzerine muhalifler ATATÜRK'ü suçlamaya başlamışlardır. Mecliste sert tartışmalar geçmiştir. Daha sonra cesed bulunmuştur. Yapılan soruşturmalar sonrasında Topal Osman Ağa'nın öldürdüğü anlaşılmıştır. Topal Osman Ağa tutuklanmaya çalışılırken teslim olmamış ve çıkan çatışmada ölmüştür. Daha sonra ibret olması açısından meclisin kapısına asılmıştır.

* İttihatçılar ile ATATÜRK arasında bir ayrılık varsa bu İttihatçıların meşrutiyet, ATATÜRK'ün cumhuriyet ve devrim taraftarı olmasından dolayıdır.

* Bab-ı Ali Baskını sıradan bir olay değildir. Eğer başarılı olunamasaydı sonunda ölüm olan bir girişimdi. Zaten İttihatçılar dava uğruna ölümü göze almış kişilerdi. Baskın sırasında Yakup Cemil, Nazım paşa'yı tanımayarak öldürmüştür.

* 150'likler arasında Sevr'i imzalayanlar da vardır. Rıza Tevfik, Reşit Halis ve Hadi Paşa bu isimlerdir. Gıyaplarında vatan haini ilan edilmişlerdir.

* İzmir'de sürdürülen mahkemede eylemi işleyecek olanlar yargılanmıştır. Daha sonra Ankara'da bir siyasi dava açılmıştır. Bu davada diğer kişiler yargılanmıştır. Bu dava İttihat ve Terakki'nin tasviyesi niteliğindedir. İttihat ve Terakki geçmişi ve herşeyi ile yargılanmıştır. Bu dava sonucunda Dr. Nazım, Ardahan Mebusu Hilmi Bey, Cavit Bey gibi İttihat ve Terakki üyeleri yargılanıp, idam edilmişlerdir.

* Daha önce Osmanlı'nın son döneminde, I. Dünya Savaşı kaybedildikten sonra İttihatçılar suçlanmışlardır. Savaşa zamansız ve hazır olunmayan bir şekilde girilmesi konularda suçlanmışlardır.

11 Temmuz 2009 Cumartesi

''Şapkadan Çıkan Tavşan''


Kendisini beğenmem, koçluğunu da beğenmem...

Belki onun döneminde düştüğümüz halden dolayıdır. Ancak ''Şapkadan çıkardığı tavşan''lar ile son yıllarda tekrar gündeme gelmeye başlamıştı, Halil Üner. Daçka ve Kepez'de fena işler yapmamıştı.

Bu sene yine Kepez'in başında. Yaptıkları yabancı transferler de fena değil. Alex Gordon ve Stanojevic'ten sonra geçen sene Selçuk Üniversitesi'nde forma giyen Ekene Ibekwe ile anlaşmışlar.

Bakalım bu sene ''Şapkadan çıkan tavşana'' gerek kalacak mı?

Cavs'te A. Parker Hamlesi(!)


Cleveland da bu sene herşey daha ciddiye alınıyor gibi görünüyor. Geçen senelerde çekinceler nedeniyel bir türlü yapılamayan hamleler Cavs'in başına çok iş açmıştı. Wally'i gözden çıkarmayı bile göze alamayan bir organizasyon durumundaydılar. Daha öncesinde de NBA Finali yaptıkları sene bir türlü yapamadıkları guard hamlesi de var tabii. Ancak bu sene şampiyonluk için hamle yapıyorlar. Yapmak da zorundalar. Zira bu sene de istenilen yerlere gelinemezse, bir daha ki yaz kadrolarında ''King'' de olmayabilir. LeBron'u gelecek yaz takımda tutabilmek adına iyi bir sezon geçirmeleri gerekiyor. Bu çerçevede yazı hareketli geçiriyorlar.

Geçen sene çok iyi bir normal sezon geçirmişlerdi. Herşey yolunda gidiyordu. LeBron önderliğinde herşey güllük-gülistanlıktı. Play-Off'larda ilk iki turda da Atlanta ve Detroit'i süpürmüşlerdi. Orlando serisinin ilk maçına da iyi başlayınca herkes de ''Yüzük Sevdası'' canlanmıştı. Ancak o maçta Orlando'nun geri dönüşü ve Cavs'e attığı tokat herşeyi değiştirdi. Zorlukla karşılaşan Cavs'te herkes bir yerlere saklanmaya başlamış, LeBron dışında direnç gösteren yoktu. Ve seri böyle geldi geçti.

Cavs, Shaq'ı alarak en önemlisi bir ''Winner'' kazandı. Geçen sene zor anlarda LeBron dışında bir opsiyon bulamıyorlardı. Shaq faktörü onları psikolojik açıdan da olumlu etkileyecektir. Shaq'ın bir yüzük daha istediğini düşünürsek LeBron&Shaq kombinasyonu işe yarayacak gibi duruyor. Ayrıca Wallace'den kurtulmak da başla başına bir transfer sayılır.

Şimdi de benche eleman arayışında Cavs. Bunun için uzun olarak Charlie-V ismi geçti ancak Detroit kaptı. Kleiza ve Parker ismi geçiyordu. Parker ile anlaşıldığı yolunda haberler var. Eğer bu gerçekleşirse Cavs önemli bir bench oyuncusu kazanmış olur. Geçen sene bu konuda sıkıntılar yaşamışlardı. Eğer bir de uzun rotasyonuna takviye yapabilirlerse daha da iyi olur. Bu konuda Frye'ın ismi geçiyor. Ancak Frye da sanırım Suns ile anlaşmak üzeriymiş.

Cavs bu sene amacına ulaşabilecek mi? Hepberaber bekleyip, göreceğiz...

14. Yıl(!)


Bugün 1995 Yılının Temmuz ayında yaşanan katliamın 14. yılı

Srebrenica Soykırımı, II. Dünya Savaşı'nın Avrupa'da ardından yaşanmış olan en büyük toplu insan katliamıdır.

Birleşmiş Milletler'in ''Güvenli Bölge'' ilan ettiği Srebrenica. Hollandalı kuvvetlerce güvenliği sağlanan(!) Srebrenica. Dünya'nın gözü önünde katledilen binlerce Boşnak...

Birleşmiş Milletler'miş, ''Güvenli Bölge'' imiş, barışmış, insan haklarıymış... İşte tüm bunların tuzla buz olduğu tarihlerden biridir Srebrenica. Birleşmiş Milletler'in ''Güvenli Bölge'' ilan etmesine rağmen Sırplar tarafından saldırılara uğrayan ve Hollandalı birliklerin çok iyi savunmasına(!) rağmen düşen bir bölge.

Srebrenica, Sırpların saldırılarına dayanmaya çalışan şehirlerden biriydi. Müslüman Boşnaklar tüm özverileriyle şehri savunuyorlardı. Ancak Sırp kuvvetlerine bir yere kadar güçleri yetiyordu. O sırada Birleşmiş Milletler'in Srebrenica ile birlikte birkaç bölgeyi de ''Güvenli Bölge'' ilan etmesi ile olaylar durulur sanılmıştı. Ancak Sırplar, ''Güvenli Bölge''leri bombalamaya devam ediyordu. 11 Temmuz Günü de Sırplar herkesin gözü önünde katliama başlıyordu.

Ve sonuç binlerce Boşnak katledildi. ''Güvenli Bölge'' masalları içinde savunmasız bırakılan Srebrenica'da katliam yapıldı. Daha sonra bu soykırımda payları bulunan Sırplara cezalar verildi. Ancak bu insanlık ayıbı her zaman ortada duracaktır.

Daha fazla söze gerek yok...

10 Temmuz 2009 Cuma

Yakıştı be, Arda Turan #10


Bu yazıyı yazacağım günü az beklememiştim. Hayalimde hep kuruyordum, sırtında o forma, kolunda kaptanlık bandı, Ali Sami Yen'e takımın başında çıkarken... Tabi bu hayallerin daha da ilerisi var. Şampiyonlar Ligi Finali ve kupanın O'nun ellerinde yükselmesi... Hayalin bu son kısmı da elbet birgün gerçekleşecektir. Az söylemedik ''Sizin hayallerinizin bittiği yerde bizim gerçeklerimiz başlar...'' diye. Şimdi biz de o günü hayal edelim ki bir şevk ile o gün için çalışalım. Ama şimdi o hayallerden önce şu günün zevkini çıkartalım...

Galatasaray'ı diğer kulüplerden ayıran bazı şeyler olduğunu hep söyleriz. Bir kere kuruluş amacımızda bir vizyon var. Biz kuruluşumuzdan itibaren farklıyız. Her zaman bu ülkenin ileriye doğru açılan kapısı olmuş bir kültürün son hali olarak ortaya çıkmış bir kulübüz. Hep ilkleri arayan hep ileriye doğru gitmeye çalışan ancak bunun yanında da geleneklerine ve kültürüne bağlılıktan hiçbir zaman taviz vermemeye çalışan bir kulübüz.

Sarı ile kırmızının o müthiş ahengi ile büyülenmiş, bu kültürün bir parçası olmuş, Galatasaray'a bir sevda olarak bakmış birçok isim geldi geçti. Ali Sami Yen'ler, Baba Gündüz'ler, Metin Oktay'lar... Ve daha birçoğu... Onların hayatlarına anlam katan şey Galatasaray'dı. Sarı ile kırmızının büyüsüne kapılmış, bir yolun peşinden gidiyorlardı. Ali Sami Yen ve diğer kurucularımız Galatasaray'ı kurarken bir sevda ile kurmuşlardı. Ve bu sevda daha sonraları nicelerini kendine bağladı...

Daha sonra bu sevdaya çeşitli tarifler getirildi, Galatasaray aşıkları tarafından...

Baba Gündüz;

“Bilirsiniz ki her insanın ayrı bir huyu, ayrı bir karakteri olduğu gibi, her futbol takımının da kendine has bir karakteri vardır. Biz sizlere burada Galatasarayımız’ın huyunu suyunu açıkça ve iyice anlatabilirsek, onu adamakıllı tanıyıp, inşallah senelerce dost geçinirsiniz. Galatasaray bir his takımıdır. Renklerine aşık birbirlerine seven futbolcuların takımıdır. Galatasaray feragat (vazgeçiş) ve fedakârlıklarla çalışacak futbolcuların takımıdır. Galatasaray şımarıkları, kendini beğenmişleri, yalnız kendini düşünenleri sevmez. Kısacası Galatasaray, bir halatı hep birlikte çekenlerin, hep birlikte üzülüp, hep beraber sevinmesini bilenlerin takımıdır.”

Metin Oktay;

"Bence, Galatasaraylılık din gibi, mezhep gibi yerleşmiş köklü bir inançtır. Galatasaray işte bunun icin tercih edilir ve bunun icin her zaman Galatasaraylılığımla gurur duyarım”

Yani Galatasaray sadece bir spor kulübünden ibaret değildir, Galatasaray bir kültürün görünür yüzüdür...

Bir Galatasaraylının Galatasaray'da görev yapması kadar mutlu olabileceği birşey yoktur heralde. Hele de ter akıttığı, gönül verdiği takımın başında kaptan olarak çıkmasının... Bu takımın kaptanları her zaman bu kültürün ve ruhun bilincinde olan Galataray'ın evlatları arasından seçilmeye çalışılmıştır. Cüneyt Tanman, Bülent Korkmaz, Tugay Kerimoğlu, Hakan Şükür, Hasan Şaş ve diğerleri...

Ama hep esas alınan şey Galatasaray'ı temsil etmedir. Şüphesiz bu temsilin de en kusursuz örneği Metin Oktay'dır. Bu kulübün sembol ismidir. Hayatını Galatasaray sevdasına adamış, yaptıkları ile efsane olmuş bir adamdır. Onun için Galatasaray'ın ne demek olduğunu az önce yazdığımız yukarıdaki sözden anlayabiliyoruz. Galatasaray'ın bir spor kulübünden öte olduğunu onun hayatından anlıyoruz.

Şimdi O'nun izinden giden ve O'nu örnek alan, bu takımın alt yapılardan itibaren tozunu yutmuş, Galatasaraylılık ruhunu, kültürünü ve bilncini özümsemiş 22 yaşında bir insan Galatasaray'ın yeni kaptanı oldu. Hem de Metin Oktay ile özdeşleşmiş ''10 numara''lı forma ile.

Yaşından, takımda daha tecrübeli olanların olmasından dolayı kaptanlık verilmesini hata görenler oldu. Belki bir açıdan haklıydılar. Ancak o 22 yaşındaki gencin Galatasaray'ın ''Bayrak Adamı''ı olabileceği şansını kaçırmak olmazdı. Böyle bir futbol yeteneğinin Galataraylı olduğu bir ortamda onu kaptan yapmamak olmazdı. Hem de Galatasaray değerlerini özümsemiş ve takım arkadaşları tarafından sevildiği bir ortamda. Galatasaray'ın da ihtiyacı vardı. Öz evladının o ünvanı alması kadar doğal ne olabilirdi?

Arda şuana kadar yaptıkları ile o sorumluluğu kaldırabileceğini gösterdi. Ayrıca basın toplatısında yaptığı konuşma ile de bu kaptanlığı ne kadar hak ettiğini bir kez daha gösterdi. Takımda belli bir hiyerarşinin olduğunu ve asla abilerinin üstüne söz söyleyemeyeceğini belirtti. Bu da nasıl bir terbiye aldığını ve Galatasaray kaptanlığına ne kadar yakıştığının kanıtıydı...

Arda’yı asla Metin Oktay ile kıyaslamak olmaz. Bizim beklentimiz Arda’nın Arda Turan olarak anılmasıdır. Umarım bu yolda da başarılı olacaktır. Ne mutlu ki Galatasaray kaptanı olmuş. Bunu sonuna kadar hak etti.

Umarım hayalimin geri kalan kısmı da birgün gerçekleşir. Arda'yı Şampiyonlar Ligi Kupası'nı kaldırırken görebiliriz bu takımın başında...

Arda Turan #10

9 Temmuz 2009 Perşembe

Wimbledon'ın Ardından!


Geçtiğimiz haftasonu tenis tarihinde yeni bir rekor izlemiştik. O günlerde toparlayıp bir türlü birkaç satır yazamamıştım. Şimdi o düşünceyi eyleme geçirmenin vakti geldiğini düşündüm. Her ne kadar zerre kadar sevmesemde bu başarı hakkında birkaç kelam etmemek, saygısızlık olurdu.

Tenisin en prestijli organizasyonu olan Wimbledon'ın 2009 yılı şampiyonları Federer ve Williams kardeşlerden Serena oldu. Bayanlarda artık Wimbledon, Williams kardeşlerin aile turnuvasına döndü. Baktığımızda son 10 turnuvanın 8'ini Williams kardeşler kazanmış. Açıkçası son yıllarda dominant bir tenisçi bayan tenisinde çıkmadığı için Williams kardeşlerden birinin Wimbledon'ı alması sürpriz olamayacaktı. Nihayetinde Wimbledon artık evleri gibi oldu. Bayan tenisinde bir de sözde 1 numara Safina var. Dedik ya ''Bayan tenisinde dominant bir tenisçi eksikliği çekiliyor'', işte bu eksiklikten dolayı 1 numaraya kadar çıkmış bir tenisçi. Safina her turnuva öncesinde formda olur, turnuvaya iyi girer. Ancak en ufak bir direnç ile karşılaştığında adeta dağılır. Bu yüzden de Safina ile oynayanlar ''Dünya'nın 1 numarası'' ile oynuyormuş gibi çekinmezler. Sharapova'nın sakatlığı ve üst seviyeye çıkamaması bu eksikliğin oluşmasında etken. Şu sıralarda bayan tenisinde ne bir Federer ne bir Nadal var. Hazır bu isimleri söylemişken yavaştan biz asıl konumuza kayalım.

Roger Federer, Wimbledon'ı 6. kez kazanırken toplamda 15. Grand Slam'ini de kazanmış oldu. Ve bu sayede efsane tenisçi Pete Sampras'ı da geçmiş oldu. Sampras gerçek bir tenis efsanesi. 14 Grand Slam şampiyonluğu ve o yıllarda izlenilen Agassi ile çekişmeleri ile beraber. Tabi o yılların başlarına yetişmedik ancak az çok bilgi sahibiyiz. O yıllarda Agassi ve Sampras ikilisi dışında başka üst düzey tenisçiler de vardı. Bu çekişmeyi anlayabilmek için o yıllardaki Grand Slam'leri kimlerin kazandığına bakabiliriz. Burada biraz istatistiklerden yararlanalım;

1990-2002 yılları arasında yani Federer öncesi dönemde Grand Slam'leri kimler kazanmış bir bakalım.

Wimbledon; Stefan Edberg(1990), Michael Stich(1991), Andre Agassi(1992), Pete Sampras(1993/1994/1995), Richard Krajicek(1996), Pete Sampras(1997/1998/1999/2000), Goran Ivanisevic(2001), Lleyton Hewitt(2002)

Avustralya Açık; Ivan Lendl(1990), Boris Becker(1991), Jim Courier(1992/1993), Pete Sampras(1994), Adre Agassi(1995), Boris Becker(1996), Pete Sampras(1997), Petr Korda(1998), Yevgeny Kafelnikof(1999), Andre Agassi(2000/2001), Tomas Johansson(2002)

Fransa Açık; Mats Wilander(1990), Michael Chang(1991), Andres Gomez(1992), Jim Courier(1993/1994), Sergi Bruguera(1995/1996), Thomas Muster(1997), Yevgeny Kafelnikof(1998), Gustavo Kuerten(1999), Carlos Moya(2000), Andre Agassi(2001), Gustavo Kuerten(2002)

Amerika Açık; Pete Sampras(1990), Stefan Edberg(1991/1992), Pete Sampras(1993), Andre Agassi(1994), Pete Sampras(1995/1996), Patrick Rafter(1997/1998), Andre Agassi(1999), Marat Safin(2000), Lleyton Hewitt(2001), Pete Sampras(2002)

Bu istatistikleri verirken amacım o dönemde Grand Slam'lerde bulunan çekişmeyi ve birden fazla üst düzey tenisçinin gösterdiği yüksek mücadeleyi belirtmekti. Yani o dönem sadece Agassi ve Sampras'tan ibaret olan bir dönem değildi. Bu yüzden Agassi'nin ve Sampras'ın aldığı Grand Slam'ler gerçekten çok değerlidir.

Federer ise aslına bakarsak Nadal dışında bir rakibe sahip değil. Zaten şuan erkekler tenisinde Nadal-Federer ikilisi tepede yalnızlar. Şu son dönemde Nadal'ın dizinde bulunan sakatlığı onu turnuvalara katılmaktan mahrum bırakınca iş iyice zevksiz bir hale geldi. Hele benim gibi Nadal sempatizanıysanız iş daha da kötü.

Federer dönemine baktığımızda sorunlarla boğuşup bir türlü eskiye dönemeyen Hewitt, zaman zaman çok iyi performanslar sergilese de genel itibari ile rakip olamayacak bir Roddick, ve son zamanlarda Murray, Djokovic ve Del Potro var. Bu isimler arasına baktığımızda Federer ve Nadal'ı zorlayacak isimleri pek göremiyoruz. Bu da rekabet unsuruna ortadan kaldırıyor. Ve de tenisteki heyecan duygusunun kaybolmasına yol açıyor.

Ancak bunların hiçbiri Federer'in 15 Grand Slam Şampiyonluğunu değersiz veya küçük kılmaz. Federer tenis tarihinin en iyi tenisçileri arasındadır. Belki 90'larda olsa o ortamda neler yapardı soruları kafaları kurcalayabilir. Ancak Federer'in o yıllarda da başarılı olacağı kesindir benim gözümde. Belki bu kadar Grand Slam kazanamazdı. Ancak yine en iyiler arasında olurdu.

Dileğim en kısa zamanda Rafa'nın geri dönmesi ve Federer ile aralarındaki o rekabete yeniden başalamaları. Rafa-Federer çekişmesi bir Agassi-Sampras kadar olmasa da çok keyif veren bir çekişme. Umarım tekrardan Rafa'yı kupaları flaşların önünde ısırırken görürüz.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Euroleague 2009-2010 (!)


Euroleague'de 2009-2010 sezonu için kuralar çekildi. Temsilcilerimizin de rakiplerinin belli olduğu kurada grupları genel olarak bir inceleyelim.

A GRUBU

Bu grupta Fenerbahçe Ülkerd de bulunuyor.Aslına bakarsak Fenerbahçe Ülker için zor bir kura olmuş. Grupta geçen sene oldukça iyi bir sezon geçiren Regal FC Barcelona var. Barcelona geçen sene Euroleague'de Final Four yapmıştı. Kadrolarını büyük ölçüde koruyorlar. Ancak Ersan'ın NBA'e gitme ihtimali var. Ayrıca Lakovic için de transfer haberleri çıkıyor. Ancak Barcelona ile tekrar imzalamış sanırım. Bunun yanında Ndong ismi de Barcelona ile beraber anılıyor. Kadro kalitesi itibari ile Barcelona bu grubun favorisi. Bu sene de önemli işler yapacaklardır.
Grubun bir diğer takımı ise Montepaschi Siena. Gerçekten hayran olduğum takımlardan bir tanesi. Kademeli ve istikrarlı bir şekilde yükselen iyi bir organizasyonun ürünü. Grupta Barcelona ile çekişeceklerdir. Bu sene de önemli işler yapacaklardır.
Cibona Zagreb, Zalgiris Kaunas ve Asvel bu grubun diğer takımları. Fenerbahçe Ülker şuana kadar transferde de sessiz kaldı. Bu yolda devam ederlerse çok zorlanacaklardır. Ayrıca zaman zaman dillendirdikleri Final Fpur hedefi de onlara bu sene hayal olacaktır. Gerçi o takımın başında Tanjevic olduğu sürece çok şey hayal olur ama neyse.

B GRUBU


Bu grupta yaptığı transferler ile bu sene Final Four'u hedefleyen temsilcimiz Efes Pilsen de var. Efes Pilsen geçtiğimiz sene Euroleague adına tarihinin en kötü sezonunu geçirmişti. Ancak devam eden süreçte takım birbirini alışıp, Ergin Ataman faktörü de devreye girinci ligde fırtınlar estirmişti. Olaylı final serisinde de 2-0'dan Fenrbahçe Ülker karşısında müthiş bir geri dönüş yaptırmışlardı. Efes Pilsen zaten yerli olarak önemli bir kadroya sahip. Yabancı oyuncular arasında da Shumper, Kasun ve Thornton kalıyor. Bu üçlü Efes Pilsen'de önemli işler yaptılar ve bu sene de yapacaklardır. Bunların yanına bir de Rakocevic'i aldılar. Rakocevic benim Avrupa'da en beğendiğim oyunculardan bir tanesi. O geldikten sonra yapılan ''Efes Pilsen Lig Şampiyonluğundan direk Final Four'a atladı
'' yorumlarına da katılmıyor değilim. Euroleague sayı kralı nihayetinde. Ancak Efes Pilsen'in guard konusunda biraz zayıf olduğu kanaatindeyim. Açıkçası Final Four yolunda Kerem Tunçeri-Ender Arslan kombinasyonu bana pek güven vermiyor. Ama yine de bu sene Final Four yapması en büyük dileklerimizden.
Grubun diğer önemli takımı ise Olimpiyakos. Bu sene de yine oldukça iddialılar. Ayrıca Unicaja da yabana atılmayacak derecede iyi bir takım. Bunun dışında o müthiş seyircisi ile Partizan da var. Diğer takımlar ise Rytas ve elemelerden gelecek takım olacak. Efes Pilsen'in bu gruptan birinci çıkabileceğini düşünüyorum. Unicaja ve Olimpiyakos ile beraber zirve için çekişeceklerdir. Partizan deplasmanı ise her zaman olduğu gibi zorlu geçecektir.

C GRUBU

Bu grupta da CSKA Moskova var. Geçen sene şampiyonluğu Pana'ya kaybetmişlerdi. Son senelerde Pana ile aralarında süre gelen bir rekabet var. Bu sene iyi hedef belli: Şampiyonluk. Grubun da en büyük favorisi. Ancak grupta onları zorlayacak ekipler de var. Tau Ceremica ve Maccabi de bu grupta yer alıyor. Tau yıllardan beri Final Four'un gediklisi oldu. Hep bu seviyelerde oynuyorlar. ancak bir türlü zirveye çıkamıyorlar. Bu sene kadrolarından Euroleague sayı kralını Efes Pilsen'e katırdılar. Açığı zor kapanacak bir oyuncu.
Maccabi son yıllarda Pana ve CSKA'nın gerisinde kalsa da bu grupta tehlike yaratacaktır. Grubun diğer takımları ise Virtus, Olimpija ve elemeden gelecek takım olacak. Ayrıca Becirovic'ten ötürü de Roma'yı destekliyorum bu grupta.

D GRUBU

D grubunda ise son şampiyon Pana var. Pana'nın dışında Florentino Perez geldikten sonra futbolun yanında basketbolda da para haracamaya başlayan Real Madrid var. Real Madrid'in ismi son zamanların olaylı İspanyolu(!) Ricky Rubio ile anılıyor. Bu sene Real Madrid basketbolda da başarı istiyor. Bu grupta Pana'yı zorlayacaklardır. Armani Jeans Milano, Prokom, Khimki ve Oldenburg bu grubun diğer takımları. Khimki bu gurpta iyi işler yapabilir.


Türkiye Transfer Piyasası!


Ligde büyüklerin dışında da transfer piyasası hareketlenmeye başladı.

Geçen sezon Ertuğrul Sağlam geldikten sonra iyi bir oyun oturtan ve istikrarlı bir grafik sergileyen Bursaspor da transfer çalışmalarına devam ediyor. Bu sene Sercan ve Volkan'a hatrı sayılır teklifler gelmesine rağmen satmadılar. Bakalım bu tutumları transfer sezonunun sonuna kadar devam edecek mi? Yoksa ortalık biraz durulduktan sonra işler değişecek mi? Bursa'nın bu sene hedefi Avrupa'ya gitmek. Aslına bakarsak Ertuğrul Sağlam ile beraber bunu yapabilirler. Sivas'tan daha potansiyelli bir şehir Bursa. Ertuğrul Sağlam'ın istedikleri yapılırsa bu sene çok can yakabilirler. Transferde bir süre durgun gittikten sonra Kayserispor'dan ayrılan Turgay Bahadır'ı almışlardı. Turgay Anadolu takımlarında iyi işler yapabilecek bir oyuncu. Kayserispor onu neden bıraktı. Açıkçası pek anlamadım. İlk yabancı transferlerini de Batalla ile yaptıktan sonra şimdi de Trabzon'un sözleşmesi biten kaptanı Hüseyin Çimşir ile 2+1 yıllık bir sözleşme imzalamışlar. Hüseyin'in Ukrayna'ya gideceği söyleniyordu ancak Bursa'ya gitmiş. Açıkçası Hüseyin'in oyun stilini hiç sevmem. Hatta bir dönem Milli Takım'da da oynarken Milli Takım seviyesinde böyle oyunculara yer olmadığını da düşünmüştüm. Hüseyin son derece düz bir oyuncu. Ancak iyi niyetli ve istikrarlı. Trabzon'da uzun süre forma giydi. Bakalım şimdi Bursa'da neler yapacak? Bursa eğer Sercan ve Volkan'ı tutup birkaç takviye daha yaparsa iyi işler yapacaktır.

Bu transfer döneminin olaylı takımı Kayseri'nin adı yine olaylı bir transfere karıştı. Gençlerbirliği'nin genç Avustralyalı oyuncusu James Trioisi'yi kadrolarına kattılar. Troisi'nin sözleşmesinde sanırım bir maddeden dolayı tazminatını ödemiş ve serbest kalmış. Bu süre içinde Kayseri'nin Troisi'yi otelde tuttuğu falan söyleniyor. Troisi yetenekli bir oyuncu. Ancak Sivas'ın aksine gösterdiği iyi duruş ile sempati beslediğim Kayseri'nin şu son transfer döneminde yaptıkları benim gözümde o iyi imajlarını zedeledi. Umarım bundan sonra tekrar eski hallerine dönerler. Kadrolarını Fenerbahçe'den Gökhan Emreciksin ve gurbetçiler ile güçlendirmişlerdi. Sanırım bir forvet takviyesi daha yapacaklar. Geçen sene iyi savunma yapan ancak gol bulamayan takım görüntüsü çizmişlerdi. Sanırım bunu bu sene değiştirmek istiyorlar.

Lige yeniden çıkan Manisaspor da transferdeki atağını sürdürüyor. Daha önce 3 tane yabancı tramnsferi yapmışlardı. Bunun yanında Mehmet Nas ve Eren Aydın'ı da katmışlardı. Şimdi de Trabzonspor'dan Isaac'i kiralamışlar. Isaac, Trabzon'a gelmeden önce Gençlerbirliği'nde fena işler yapmamıştı. Manisa'da tekrar bu seviyeler çıakbilir. Ayrıca Manisa'nın önemli gençleri de var. Yiğitcan, Sezer, Nizamettin, Ufuk gibi yetenekli gençlerden oluşan iyi bir kadrosu var. Sezer, Ufuk ve Yiğitcan'a Galatasaray'ın talip olduğu biliniyor. Transfer piyasası biraz durulduktan sonra daha net ortaya çıkar son durum. Ancak ligde kalıcı olmak ilk amaçları olacaktır.

Bunların yanında ligimizde ''Teknik Direktör Kıyımı'' seznonu da açıldı. Diyarbakır Nurullah Sağlam ile yollarını ayırmış. Nurullah Sağlam verilen sözlerin yerine getirilmediğini gerekçe göstererek istifa etmiş. Diyarbakır da takımın başına Ziya Doğan'ı getirmiş. Önyargılı olabilir ama Ziya Doğan'ın teknik direktörlük vasıflarından hep şüphe etmişimdir. Yazık edecekler kendilerine. zaten sezonu da tamamlayamazlar büyük ihtimalle.

Gelişmeler oldukça yazılar da devam edecektir.

6 Temmuz 2009 Pazartesi

Teke Tek Özel - 05.07.2009


Her pazar akşamı saat 22:00 sularında başlayan Fatih ALTAYLI ve Murat BARDAKÇI'nın hazırlayıp sunduğu ve her hafta farklı konu-konuklarla karşımıza çıkan Teke Tek Özel'in dün akşamki programdaki konuğu Mesut Ilgım'dı. Programda 1933'te gerçekleşen ''yüksek öğretim reformu'' ve bu çerçevede ülkeye gelen bilim adamlarının hayatları konu edildi. Programdan aldığım notları izninizle aktaracağım.

NOTLAR

*
Mustafa Kemal ATATÜRK'ün Osmanlı İmparatorluğu'ndan devraldığı yüksek öğretim kurumu Darülfünun idi.

* ATATÜRK'ün döneminde bir.ok bakan uzun süre çalışmalarını sürdürmüş ve bir istikrar yakalanmıştır. Ancak bunun aksi bir şekilde Milli Eğitim Bakanlığı'nda bir istikrar sayğlanamamıştır. Bu dönemde 17 civarında bakan bu görevde bulunmuştur. Bunun nedeni de eğitimde istenilen reformların yapılamamasıdır.

* ATATÜRK, Reşit Galip'e Darülfünun ile ilgili bir araştırma yapılmasını ve rapor hazırlanmasını söylemiştir. Reşit Galip de önceden bu konu ile alakalı düşünüyordu. İsviçreli Malche'ye bu konu ile ilgili bir rapor hazırlattırılmıştı. Daha sonra ATATÜRK de bu rapor üzerine görüşlerini belirtmiştir. Bu rapor üzerine ne yapılacağı düşünülürken o döndemde Nazi Lideri Adolf Hitler, Almanya'da iktidara gelmiştir. Yahudi karşıtı bir politika izleyen Naziler bu hareketlerini hızlandırmışlardır. Bunun sonucunda eğitim kurumlarında çalışan Yahudi eğitimci ve akademisyenler yurt dışına kaçmışlardır. Bunların bir kısmı Hollanda ve başka ülkelere kaçmışlardır. Bu bilim adamlarından bir tanesi de Philip Schwartz idi. Schwartz da daha önceleri türkiye'de eğitim reformu ile ilgili çalışmalar yapmıştı. Almanya'dan kovulan bilim adamlarının bir listesini hazırlıyor. Ayrıca Malche ve Schwartz bu konularda Ankara'da görüşmüşlerdir.

* Reşit Galip, Malche'ye gelen bilim adamlarına fazla para veremeyeceklerini belirtmiştir. Ancak cumhuriyete bilimsel anlamda katkı yapmalarını istemiştir. Gelen bilim adamlarına 450 Lira verilmiştir. Bu o dönem için iyi bir miktardır.

* Schwartz ile de gelecek bilim adamları ile ilgili şartlar göürüşülmüştür. Gelen bilim adamları ile 5 yıllık sözleşme yapılmıştır. Türkiye'nin tek şartı bu bilim adamlarının 3 sene içersinde Türkçe öğrenmesi olmuştur. Bu 3 sene içinde tercüman kullanabilecekleri söylenmiştir. 1933-1950 arasında 1200 civarında bilim adamı ve teknisyen gelmiştir.

* Reformda Darülfünün lağvedilmiş ve İstanbul Üniversitesi adını almıştır. Bu kapatılmanın en önemli nedenlerinden biri üniversitenin ''inkılap ve milliyetçilik'' konusunda gösterdikleri tutum olmuştur. Darülfünun'da çalışan eğitimcilerin önemli bir kısmının işine son verilmiştir.

* Almanya'dan lovulan bilim adamlarından biri de Albert Einstein'dır. Einstein o dönemde Fransa'da bir kurumun başında bulunmaktadır. Ancak Türkiye'ye gelen Yahudi bilim adamlarından bir şekilde haberi olmuştur. Bunun üzerine de o dönemin Başbakanı İsmet İnönü'ye bir mektup yazmıştır. Bu mektupta bazı bilim adamı arkadaşlarının Türkiye'ye önermiştir. Ancak İsmet İnönü güzel bir Fransızca ile yazdığı mektupta bunun mümkün olmadığını belirtmiştir. O dönemde bulunan mevzuattan ötürü bu durumun gerçekleşemeyeceği bildirilmiştir.

* Mübadelede giden Rumların içinde zannatkarlar da vardı. Bu Rum zanaatkarlar gittikten sonra onların işini yapabilecek birileri bulunamıyordu. Bu nedenle gelen kişilerin arasında bazı teknikerler de vardır. Bu kişiler saraylardaki mobilyaların bakımı ile ilgilenmiştir.

* Adolf Hitler'in ekibi bir ajanı bilim adamlarını takip ettirmek amavıyla İstanbul'a yollamıştır. Bu kişi de bilim adamları ile ilgili bir rapor hazırlayıp, bu raporu Almanya'ya yollamıştır. Daha sonra bu bilim adamları çeşitli şekillerde rahatsız edilmişlerdir. Bilim adamları çocuklarından endişe ettikleri için onların eğitim kurumlarını değiştirme ihtiyacı hisstetirmişlerdir. Çocuklarını Alman okulunda alıp Avusturya okuluna vermişlerdir. Ancak daha sonra Avusturya da Almanya tarafından işgal edilince bu okuldan da çocuklarını almışlardır.

* Talat Paşa 15 Mart 1921'de Berlin'de bir Ermeni komitacı olan Soghomon Tehlirian tarafından öldürülmüştür. Cenaze 22 sene saklanmıştır. ATATÜRK döneminde Talat Paşa'nın eşi cenazenin Türkiye'ye getirilmesi için çalışmıştır. Ancak bu girişimlerinde başarılı olamamıştır. Celal BAYAR'ın döneminde ise bu girişimler olumlu sonuçlanmış ve Bakanlar Kurulu Kararı ile vatana geri dönmüştür. 25 Şubat 1943'te yapılan askeri tören ile Hürriyet-i Ebediye'ye gömülmüştür. Yapılan törene hayatta olan İttihatçılar da katılmıştır. Bunun yanın da törene Nazi olan bir diplomat da katılmıştır. Asker olmayan bu Nazi bir diplomat olabilir ve 1. Dünya Savaşı'nda müttefiklerinin lideri olduğundan dolayı bu törene katılmış olabilir.

* Şehir planlamalrında da Almanlar önemli rol üstlenmiştir. O dönemde geride kalmış olan Ankara'nın şehir planlamasını de bir Alman olan Reuter yapmıştır. Reuter daha sonra Berlin'de belediye başkanlığı da yapmıştır.

* 2. Dünya Savaşı'nın son günlerinde Türkiye, Almanya'ya savaş ilan edince ülkemizde bulunan Alman vatandaşı olan bilim adamları birden düşman ülke vatandaşı statüsüne haline gelmiştir. Bu durumu ortadan kaldırmak adına akıllıca bir yöntem ile bilim adamlarının pasoportlarına ''vatansız'' damgası vurulmuştur. Ayrıca kısa süreliğine Anadolu'nun içlerine gönderilmiştir.

* Türkiye'ye gelen bilim adamları Türk kültürüne adapte olmuş ve Türkçe'yi de öğrenmişlerdir. Bazıları Türkiye'de kalmış, bazıları ise geri dönmüşerdir. Ancak gidenler de Türkiye'yi unutmamıştır.

Program 01:00 civarında bitti.

Uğur YILMAZ

5 Temmuz 2009 Pazar

Tarihin Arka Odası - 04.07.2009


Her Cumartesi Habertürk'te 23:15 sularında başlayıp 05:00'e kadar hatta daha ileri zaman dilimlerine kadar süren Tarihin Arka Odası'nda dün konu ''Avrupa'da Türk Korkusu'' idi. Murat BARDAKÇI, Doç. Dr. Erhan AFYONCU ve Pelin BATU yine hoş bir sohbet yaptılar. Programla ilgili aldığım notları yine aktarmak istiyorum.

NOTLAR

* Türklerin Avrupa'da ilk tehlike yaratmaları 4. - 5. asırda meydana gelmiştir. Hunlar Atilla zamanında Avrupa'ya seferler düzenlemiştir. Ancak daha sorna Avrupa içinde asimile olmuş ve kimliklerini kaybetmişlerdir.

* Selçuklular döneminde benzer durumlar olsa da asıl tehlikeler Osmanlı İmparatorluğu döneminde yaratılmıştır. Bunun nedeni de Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşundan beri ''gaza politikası'' izleyen ve Batı'ya doğru fetihlere öncelik veren bir yapıya sahip olmasıdır. Zaten Osmanlı İmparatorluğu'nun Batı'ya doğru olan fetihlere öncelik vermesi Osmanlı ''asıl vatanının'' Rumeli olmasını sağlamıştır. Rumeli ve Balkanlar, Anadolu'dan daha önce Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Osmanlı'nın ''asıl vatanı'' bundan ötürü Rumeli'dir.

* 1394'te Yıldırım Bayezid, İstanbul'u kuşattığında Avrupa'da bir korku oluşuyor. Bizans başkenti İstanbul'un elden gideceğini düşünerek bir Haçlı Seferi yapmayı planlıyor. Bu Haçlı Ordusu toplanıyor ancak Niğbolu'da yapılan savaşta Yıldırım Bayezid'e yeniliyorlar. Ve bu ''Niğbolu Yenilgisi'' Avrupa üzerindeki ilk şok etkimiz olmuştur.

* Avrupa en büyük şoku ise İstanbul'un fethinde yaşamıştır. İstanbul'un fethinin ardından korkuya kapılan Avrupa, İstanbul'u koruyamadığı için Bizans'ı suçluyordu. Bizans da kendilerine yardım getiremedikleri için Avrupa'yı sorumlu tutuyordu. Bu karışıklık içinde Avrupa 20 yıla yakın bir süre Haçlı Seferi oluşturmak ve İstanbul'u geri almak için çalışıyor. Ancak bu süre zarfında Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'un fethinden sonra durmayarak fetihlerine devam ediyor. Otranto'ya kadar ilerliyor.

*
Birkaç sene önce Papalık, 1480 yılında Otranto'yu Osmanlı İmparatorluğu'na karşı savunanları aziz ilan etti. Bu da tarihi unutmadıklarını ve bu kişileri manevi anlamda ödüllendirdiklerini gösteriyor.


*
Osmanlı İmparatorluğu gittikçe güçlenirken Avrupa'da da bir ''Türk Korkusu'' yaratıyor. Avrupa'da yazarlar da Türk tehlikesini unutturmamak ve canlı tutmak için kitaplar yazmışlardır. 16. yy'da da artık ''Yenilmez Türk'' imajı oluşmuştur. Türkler'in yenilmez olduklarına inanılmaya başlanmıştır. Ancak bu noktada bir dönüm noktası olmuştur. 1571 yılında İnebahtı'da Türk Donanması büyük bir yenilgi almıştır. Fakat Osmanlı İmparatorluğu o dönemde o kadar güçlü bir yapıya sahipti ki yok olan donanmanın yerine yenisi bir sene içerisinde oluşturuldu. Ancak Avrupa'da da ''Güç Birliği'' ile Osmanlı'yı yeenebileceklerine dair bir inanç oluşmaya başladı.


* 16. ve 17. yy da Avrupa'da Osmanlı'ya karşı hem iyi hem de kötü bir bakış açısı vardı. Ancak 18. yy'dan itibaren bu tamamen kötüye dönmüştür. Sistematik bir şekilde kötüleme yapılmaya başlanmıştır.


* 16. yy'da Osmanlı ile ilgili bir yanda korku bir yanda umut vardır. Bu umudun nedeni Osmanlı'nın mezhepler konusunda sunmuş olduğu özgürlüktür. Ortodoks ahali için bir yan da Macarların dayattığı Katoliklik vardır diğer tarafta da Osmanlı'nın sunduğu özgürlük vardır.

* Balkanlar'da o dönemde ciddi bir Katolik baskısı vardır. Ortodokslar bu katolik baskısı altında ezilmeye başlamışlardır. Ancak Osmanli geldikten sonra mezhep özgürlüğü tanıdığından dolayı Ortodokslar varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Günümüzde Ortodoksluğun bu seviyede olmasının en önemli sebebi Osmanlı'nın verdiği bu özgürlüktür.

*
Avrupa'da yeni bir mezhep olarak doğmaya başlayan Protestanlık, Avrupa'yı bir ayrıma getirmiştir. Ö dönemde Avrupa'nın önemli devletlerinden biri olan Habsburglular koyu Katolikler'dir. Bu yüzden Protestanları sinndirmek için birçok Protestanı yoketmiştir. Ancak Kanuni Sultan Süleyman da Protestanlara gizli destek vermiştir. Protestanların, Osmanlı sınırları içersinde rahat bir şekilde hareket etmesine olanak vermişlerdir. Bu da Protestanlığın gelişmesinde önemli bir rol oynamıştır.


*
Osmanlı İmparatorluğu'nun Protestanlara ve Ortodokslara destek vermesinin nedeni politiktir. O dönemde Avrupa'da var olan ayrılığı devam ettirmek ve daha da derinleştirmek için böyle bir politika izlenmiştir.


* Ayrıca o döndemde Şarlken ile Fransuva arasında bir savaş bulunmaktadır. Osmanlı o dönemde Fransuva'ya destek vermiştir. Fransuva da bu destek sayesinde direnebilmiş ve ayakta kalmıştır. osmanlı benzer desteği İngiliz ve Hollandalılara da daha sonra vermiştir.

*
İlk elçilğin Kanuni Sultan Süleyman döneminde Fransızlar tarafından açıldığı bilinmektedir.


*
Osmanlı'da elçilerle ilgili çok ciddi protokoller vardır. Ve bu konulara çok dikkat edilir.


*
I. Murad'ın şehitedilmesinden sonra elçi protoklünde değişiklikler olmuştur. Padişahın huzuruna çıkarken elçilerin kollarına girilmeye başlanmıştır. Bu da bir güvenlik önlemidir. Ayrıca ger elçi padişahı bırakın sadrazamın huzuruna bile çıkamıyordu. Bunun için uzun süre kalması gerekiyordu. Tabi bunda devletin gücü de etkiliydi.


* Sultan Abdulaziz zamanına kadar elçilerin saraya çevresine geldiğinde attan inmesi gerekirdi. Ancak bu dönemden sonra devlet eski gücünü kaybettiğinden ötürü bu uygulama kaldırılmış ve protokol değişmiştir.

* Ünlü yazar Makyavelli Türkler hakkında ''Türkler öcü yada doğaüstü değillerdir. Akılcı yöntemlerle yenilebilirler'' demiştir. Bazı aydınlar Türkleri övse de çoğu aydın kötülemiştir.

* Ayrıca Viyana'dan sonra ''Yenilmez Türk'' imajı kaybolmaya başlamıştır. Ve de Osmanlılar, Hristiyanları ve Yunanlıları ezen despotlar olarak görülmeye başlanmıştır.

Murat BARDAKÇI;

'' Bir dilin imlası bu kadar değişmemelidir. Dil bir ülkenin namusu gibidir. Bizde kalkıp birkaç sene de bir imla kurallarını değiştiriyorlar. Resmen dili batırıyorlar. Ya kendilerini gösterip, kanıtlamanın derdindeler ya da birkaç kuruş paranın. Akla başka birşey gelmiyor. Bir de oturmuş kelimelerin yerine başka kelimeler türetme sevdası var. Hiçbir oturmuşluk yok. Türkçe'yi batırdılar.''

Erhan AFYONCU;

'' Osmanlı bir imparatorluk olmasına rağmen sömürgeci değildir. İngiltere, Hindistan'ı vatan olarak görmez sadece sömürür. İşi bittiğinde de bırakır. ancak Osmanlı böyle değildir. Yemen'i de Selanik'i de vatanı olarak görür. Bu yüzdendir ki bir yandan Trablusgarp'ta savaşırken bir yanda da Makedonya'da savaşmaya çalışmıştır. Her ikisini de elde tutmaya çalışmıştır. Halbuki birine öncelik verebilirdi. Bu da Osmanlı'nın tüm topraklarına ''vatan'' gözüyle baktığının göstergesidir.''

Bunların dışında bazı elçilik hikayeleri anlatıldı. 04:00'dan sonra not almayı bıraktım.


Uğur YILMAZ

3 Temmuz 2009 Cuma

Uçuşa Hazırlık: Keita


Yeni sezon öncesinde Rijkaard ile ''kaptan pilot''umuzu bulmuştuk. Zaten iyi olan bir kadromuz vardı ancak ''nokta transferlere'' ihtiyacımız vardı. Bunlardan birini de Keita'yı alarak yaptık.

Keita çok özel bir oyuncu. Fildişi Sahilleri'nde çıkan değerli madenlerden bir tanesi. Fiziki olarak güçlü, hızlı, atletik, öldürücü çalımlar atabilen gerçek bir ofansif oyuncu. 4-3-3'ün ilerisi için ideal adamlardan bir tanesi. Keita'nın istatistiklerine bakan biri o kadar da iyi değil diyebilir. Ancak Keita'nın işlevi istatistikler ile sınırlandırılamaz.

Taraftarı ile bütünleşmeyi seven ve onlardan aldığı destek ile daha da coşan bir oyuncu. Bazı yorumlarda görüyorum ''Birşey yapamaz'' cinsinden yorumlar. Buna Lyon performansını örnek gösteriyorlar. Lyon'daki hava ona yaramadı. Çünkü orada istediği ortamı ve desteği bulamadı. Keita güven ve ilgi arayan bir oyuncu. Duygusal da bir oyuncu. Ancak bundan Lincoln gibi naz yapacağı, sahada ''kırılgan'' bir oyun oynayacağı düşünülmesin. Keita o güveni aldığında sahada max. kapasite ile oynamaya çalışan bir oyuncu. Ki bu destekle Lille'de neler yapabildiğini herkes gördü. Şampiyonlar Ligi'ndeki oyunu herkesi büyüledi. Lyon'da onu daha üst bir paraya satmak için aldı. Fakat Lyon'da beklenen ortamı bulamayıp, verimsiz olunca bu hayaller suya düştü. Buna rağmen söylenilen Roma gibi kulüplerin de ilgilendiği yönündeydi.

Galatasaray'da başarılı olması için ciddi sebepler var önünde. Öncelikle ''taraftar'' faktörü var. Burada aradığı ortamı bulacaktır. bu da onun performansını katlayacaktır. Rijkaard'ın sisteminde ise daha da ön plana çıkacaktır. Bazı maçlarda gösterdiği ''tek kişilik'' performansları ile herkesi hayran bırakan Keita burda da benzer görüntüleri izlettirecektir. Ayrıca mücadeleden kaçmaması da önemli bir detay.

Onun için en önemli handikap -belki de tek- son vuruşları. Ancak bunu da bizde aşacaktır. Baros ile iglili de bu tarz şeyler söyelniyordu ancak bizde harika bir sezon geçirdi.

Şu durumda dahi Galatasaray korku verici bir hal aldı. Söylenen çift yönlü oynayan bir orta saha oyuncusu alınacağı yönünde. Bu takviyeler de yapıldıktan sonra daha da iyi bir Galatasaray olacaktır.

2 Temmuz 2009 Perşembe

Hayalet Adam!


Gerçekten de hayalet gibi. Eğer ortadan kayboluyorsa birşeyler olduğu belli oluyor. Ayrıca ters köşe yapmakta da üstüne yok.

Teşekkürler Haldun Üstünel!

Keita analizini daha sonra yaparız.

Leo Franco İmzaladı!


Transferi aylar öncesinden beri konuşulan ancak resmi sözleşme için A.Madrid ile olan sözleşmesinin bitmesi beklendi. 1 Temmuz itibari ile serbest kalan Leo Franco ile bugün 3 yıllık sözleşme imzalandı.

Çoğu kişi Leo ile ilgili konuşurken hemen bizle olan maçta yediği aşırtma gollerden bahsediyor. Ama unutulan aradan geçen zaman ve Leo'nun o zaman kaç yaşında olduğudur. Leo o zamandan bu yana daha çok tecrübe kazandı. Dünya'nın en önemli liglerinden biri olan İspanya'da üst düzeyde forma giydi. Uzun süre A.Madrid gibi bir takımın birinci kaleciliğini yaptı.

Şu durumda alınabilecek kaliteli birkaç isimden biriydi. Galatasaray'ın kalesini emin ellere emanet ettiği söylenebilir. Tabi iş sadece kaleci ile bitmiyor. Takım savunması işin kilit noktası.

Leo Franco'yu maliyetsiz almak ciddi bir başarıdır. Umarım yararlı olur.