30 Haziran 2009 Salı

Biz Bekleriz Seimone!


Avrupa Kupası kaldıran Galatasaray'ın en önemli ismi ve bizden biri olan Seimone, WNBA'de formasını giydiği Minnesota'nın maçında sakatlanmıştı. Fakat olayın güncel olduğu sıralar bloga giremediğim için birşeyler yazamamıştım. Ancak şimdi birkaç kelam etmek istiyorum.

Benim Galatasaray Bayan Basketbol Takımı'nı takip etmemdeki en önemli faktördür Seimone Augustus. Onun oyunculuğu ile ilgili yazılacak çok şey var. Eurocup'ı kazanmamızda en büyük etkenlerden biri. İyi bir kadroya sahip olmamıza rağmen kötü coachingimiz yüzünden iş Seimone ve Young'ın üzerine kalıyordu. Bunla ilgili birşeyler yazıp Seimone konumuzu dağıtmak olmaz.

''Bir taraftar bir sezonda bir yabancı bayan basketbolcuyu ne kadar sevebilecekse, bunun kapasitesini ölçebilen bir cihaz varsa, işte Galatasaray taraftarı Seimone'ı o kadar sevdi. Tabi geçirilen sezonun da etkisi büyüktü. Ancak hani hep söylenilen ve amaçlanan hedef vardır ya ''Avrupa'da başarı'' ya da kuruluşumuzdaki tabiri ile ''Türk olmayan takımları yenmek'' olgusunun bayan basketbolumuzda canlandığı sene içersinde, yıllardan beri ''yıldız'' tanımının altında ''insanlık ile ilgili kavramlarda'' yoksunluk çeken ligimiz oyuncularının arasına ten renginin aksine bir güneş gibi doğmuştu Seimone. Hani Ata'mızın bir sözünde söylediği gibi''Sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısı'' idi. Oyuncu yetenekleri ile ilgili değerlendirildiğinde gerçekten ''star'' kalibresinde olan ancak bırakın bir ''bayan''a bir ''insana'' yakışmayacak davranışları ile iticiliklerini her fırsatta ortaya koyan oyuncuların aksiydi adeta. Augustus'un gelişine bile inanmak zor olmuştu. Geldikten sonra gösterdiği performansın ardından kötü bir gidişat içersinde olan Erkek Basketbol Takımımız'da dahi oynayabileceği yolunda espriler yapılıyordu. Oyunculuğu bu kadar ileri düzeydeydi. Ancak onu bize sevdiren oyunculuğundan öte karakteriydi. Kazanma azmi, hırsı, sempatikliği ve ''bizden biri'' olması ile sevdik onu. Sezon ortasında koç değişikliği oldu, işler yolunda gitmedi. Ancak onun bir hedefi vardı. Buraya sadece para için gelmemişti. Buraya bir amaç uğruna gelmiş ve ''bizden biri'' olmuştu. Kazanmak için gerekirse kavga bile edebilirdi. Bazen basketbol şansı yanında değildi ve o top o geometrik şeklin içinden geçmiyordu. Ama o her daim savaşıyordu. Seimone için Galatasaray, bayan basketboldan ibaret değildi. Bunu en iyi erkek basketbol maçlarını izlerken onu gördüğünüzde anlıyorsunuz. O saha içindeki olaylar karşısında tepki verip, ayağa kalkıp alkılarken biz de onun içindeki o hırsı ve her alanda başarıyı hedeflediğini gördükçe ona hayran oluyorduk. Ayrıca rahatlığı karşısında da şaşırmıyor değildik. Bu şube 2000'lerde iki günü unutamaz. Hatta tüm tarihi boyunca. Biri 27.03.2005 tarihinde ki bu şube tarihin en kara günü. Diğeri ise 10.04.2009 tarihinde ki işte o muhteşem zafer. Uçlarda gezen bir kulübüz. Ama hep başarı için savaşan bir kulübüz. Her ne kadar bazen yöneticilerimiz buna aykırı davransa da. Bu yolda da savaşan oyunculara daha doğrusu ''aslanlara'' ihtiyacımız var. İŞte Seimone bir oyuncudan öte ''bizden biri''. Neyse olayı fazla veda yazısına dökmemek lazım. 6 ay dediğimiz sayılı gündür, çabuk geçer. Sen yeter ki iyi ol ''Sütlü Çikolata''. Biz Seni Bekleriz!''

Bu arada yönetim sanırım Seimone'a yeni sözleşme teklif edecekmiş. Yönetimin yaptığı vefasızlıkları nasıl söylüyorsak bunu da söylemek gerekli. Yönetime de teşekkür etmek gerekli.

Yeni Transfer: Tobias Linderoth(!)


Onun için neler söylenmedi ki? ''Öyle biri mi vardı?'', ''O kim?'' tarzı yazılar yazıldı. Alay konusu oldu. Yatarak para kazanıyor dendi. Belki bu terim genel olarak doğru. Ancak Linderoth gibi profesyonel için oynamak her zaman daha ön planda olmuştur. İş ahlakına sahip bir insanın yaşadığı üzüntüyü yaşamıştır bu sakatlık boyunca.

İlk geldiğinde büyük bir umutla gelmişti. İsveç Milli Takımı'nın kaptanlarından biri, istikrarlı ve sakatlanmayan, mücadeleci aynı zamanda da oyun bilgisi yüksek bir oyuncu olarak tanıtıldı. Ve büyük umutlar bağlandı. Galatasaray orta sahasının çektiği o eksikliği giderebilecek oyuncu olarak gösterildi. Ancak kariyeri boyunca yaşamadığı uzun süreli bir sakatlık yaşadı. Hem de darbeye bağlı olmayan şanssız bir hastalık yüzünden sahalardan uzak kaldı.

Bu sene sonuna doğru gelinirken de gönderilecek listesinde yazılan isimlerin başında geliyordu. Ancak sezonun sonuna doğru ülkesinde verdiği bir röportajda sakatlığının geçtiğini belirtmişti. Sezon başlarken de heralde bu sakatlığın tamamen geçtiği tespit edilerek kadroda tutuldu. Umarım o sakatlığını tamamen atlatmıştır. Bundan sonra bir de güç depolayıp, kuvvetlenirse işte o zaman yeni sezonda Tobi'yi izleme fırsatı yakalayabiliriz.

Aslında Tobi oynadığı az sayıda maçta kötü değildi. Ancak sorun şuydu ki maç oynayamıyordu. Öyle ki maç öncesi eksikler sayılırken artık adı geçmiyordu bile. Çünkü alışılmıştı. O talihsiz durumun Galatasaray'a önemli bir yararı oldu. Galatasaray ve Türk Futbolu Mehmet Topal'ı kazandı. Şimdi Tobi'nin takıma gerçek katkısını vermesinin zamanı. Eğer Tobi yine şanssızlıklar yaşamazsa Rijkaard'ın sisteminde önemli bir parça olacaktır.

Galatasaray orta sahasında işin hem savunma yönünde hem de oyun bilgisi ile hücum yönünde önemli işler yapacaktır. Ve de tam Rijkaard'ın istediği gibi iş ahlakına sahip ve oyunu bilerek oynayabilecek bir oyuncu. Tek bir endişe var.: Sakatlığı yeniden nükseder mi? Umarım bu endişe yerini bulmaz. Ve Tobi 2 sene boyunca veremediği katkıyı bu sene verir.

Yeni Transferimiz Tobias Linderoth hayırlı olsun.

Ankaragücü-Vassel(!)


Geçmiş yıllardan beri süre gelen hikayeler vardır. Anadolu Kulüpleri ile gözden düşmüş ancak kariyerli oyuncuların flörtü hakkında haberler çıkar. Mesela Denilson olayı. Gerçi kendisinin son durumunu gördükten sonra ''yazık etti'' dememek elde değil.

Bu sene de bu tür haberler çıkmaya başladı. Bursa-Veron, Ankaragücü-Vassel flörtleri konuşuluyor. Bursa'nın Veron ile anlaştığı yönünde haberler çıkıyordu ancak sanırım yönetim olayı yalanlamış. İlgilenmiyoruz demişler. Ama ben yine de Bursa'nın birşeyler yapabileceğini düşünüyorum.

Bursa tarafı böyle iken Ankaragücü ise işi biraz daha ilerletmiş. Vassel'i İstanbul'a getirmiş. Vassel sonra Ankara'ya geçip orada transfer görüşmesi yapılacakmış. Vassel her ne kadar kariyeri düşüşte olan bir oyuncu da olsa kaliteli bir oyuncu. Anadolu kulüplerinin yaptığı bu tarz transferler ligin kalitesini arttıracaktır. Gidip Brezilya'dan ya kısmet diyip transfer yapmaktansa az ama öz transferleri yapmaları daha iyi.

Ankaragücü bakalım işin sonunu getirebilecek mi? Yoksa Vassel de bir efsane olarak ''Anadolu kulüplerinin getiremediği yıldız isimler'' arasına adını mı yazdıracak?

29 Haziran 2009 Pazartesi

Galatasaray'ın Arka Sokakları!


Şimdi çıkıp dışarda Galataraylılara sorsanız ''Durumdan memnun musunuz?'' deseniz. Çoğu gelecek transferleri de düşünerek ''Evet'' der. Rijkaard gelmiş, fazla takviyeye ihtiyaç, takım neşeli, kamp iyi geçiyor, hafta sonuna kadar transferler de hallolur. Daha ne olsun! Ama malesef ''Arka Sokaklar''da işler öyle değil. Futbolda herşey yolunda giderken diğer taraflarda iş aynı düzeyde değil. Zaten futbolda durum iyiyken diğerlerini kim düşünürdü ki. Kongre senesi de zaten gelmiş. Futboldaki başarıya endeksli olarak görülen durumu sağlamlaştırmaya çalışılıyor.

Basketbolda işler hiç de futboldaki gibi değil. Diyebiliriz ki zaten son senelerde ne yaptılar ki bu sene birşey bekliyoruz. Galatasaray'ın olduğu yerde normalde ''Büyümek, Avrupa, Şampiyonluk'' sloganları atılması gerekirken yöneticilerimiz basketbol için hedefi 4. lük olarak gösteriyor. Şimdi işi birkaç sene önceye götürelim.

Takımın başına Murat Özyer geçiyor. Play-Out oynayacak düzeye kadar düşmüş takımı yeniden canlandırmak ana hedef olarak gözüküyor. Yeni bir sponsor ile anlaşılıyor. O zaman şartları içinde verilen ''sus payı'' alınıyor. Murat Hoca ile birlikte ilk sene hedeflenen başarıya ulaşılıyor. Takım canlanıyor. 2. sene yatırımlar artıyor, ligde özellikle ilk yarı iyi gidiliyor, Avrupa'da kuruluş amacına uygun olarak Galatasaray yolunda ilerliyor ve uzun bir aradan sonra Avrupa sahnesine çıkıyor. Ancak iknci yarı işler sarpa sarıyor. Sezonun sonunda ''hortlayan'' eskiye dönme aşkı Murat Hoca'nın 3. sezonu öncesinde uzun bir belirsizlik yaşatıyor. Şubenin kalkındığı gören birileri biz de birşeyler yapalım diye el atmaya başlıyor. Yerli transferinde geç kalan takım önemli yabancılar gelmesine rağmen bir türlü istenen kimyayı yakalayamıyor. Ardından Murat Hoca ile sezon ortasında yollar ayrılıp yerine basketbol ile ilgilenmeyi bırakmış basketbol topunu görse ''bomba'' snacak hale gelmiş olan ''meditasyon uzmanı'' Koray Hoca geliyor. Koray Hoca ile birlikte takım yine bir türlü ''takım'' olamıyor. Ard arda gelen ''farklı yenilgiler'' Galatasaray Tarihi'ne bir leke olarak geçiyor. Ancak sahada birkaç kişi dışında bir ''Ruhsuzlar Ordusu'' var. Herkes olayın hücum yönünde top istiyor ama savunmada kaçak dövüşüyor. Hadi hücum yapıyoruz desem gam yemeyeceğim ama onda da eline alan sallıyor. Düzenli bir şekilde her maç ''sistemsizlik'' basketbolu oynuyoruz. Tutarsa oyunu ile yarı finalde Efes Pilsen'e tosluyoruz.

Bu yaz ise yönetim futbolda geçen kötü sezonun ardında ağırlığı bu yöne veriyor. Bir yandan Türk Futbol Tarihi'ne geçen bir hamle ile ''vizyon'' sahibi bir davranış ile Frank Rijkaard ve ekibini getitirken diğer taraf da antrenörlük kariyerinde Bayan Aslanlarımız ile kazandığı Avrupa Kupası dışında bir başarı bulunmayan koç Okan Çevik getiriliyor. Zaten o kupa gelirken de herkesin söylediği Okan Çevik'in elindeki kadroyu iyi kullanamadığı ve takımı Seimone&Young ikilisine bağımlı hale getirdiği idi. Ancak bu ''üstün'' başarısından ötürü Okan Çevik, baş antrenör yapılıyor. Ve yöneticimiz bu sene ''küçülüyoruz'' diye bir açıklama yapıyor. Tabi bunları Galatasaray'ın spor kulübü olduğunu unutarak yapıyor.

Yıllardan beri söylenen en önemli olay; bütçeden ziyade plansızlıktı. Elimizde önemli bir bütçe olsa dahi bir plan ve organizasyon olmadan sürekli-kalıcı bir başarı elde etmek olanağının mümkün olmadığı unutuluyordu. İki sene bütçe ayırıp bir sene küçülmekle bu işin olmayacağının farkında değiller. Zaten olay bütçe meselesi de değil. Bir plan çerçevesinde organizasyon oluşturulur gerçek bir ''gençleştirme'' ve ''yapılanma'' opresyonu yapılır, hedefler kademeli olarak belirlenir. Buna da hiçbir Galatasarylı itiraz etmez. Çünkü ucunda kalıcı bir başarı sağlanacaktır. Ancak yönetimimizin yaptığı bu organizasyonu hiçbir şekilde kuramayacak bir koçu takımın başına getirmek, geleceğe dönük hiçbir artısı olmayacak günü kurtaran transferler yapmaktan öteye gitmiyor.

Şimdilerde Aliağa ve CASA'da oynamış olan Davis ile anlaştığımız söyleniyor. Benim bu transfer ile ilgili yorum madem küçülüyorsak iyi transfer. Ancak Davis asla üst düzey takım oyuncusu değildir. Bizim yaptığımız yeni bir ''yatırım'' ne de geleceğe hazırlık. Sadece ve sadece günü kurtarmak amaçlı hamleler. Bu hamleler de bizi diğer takımlardan farksız kılıyor. Genç oyuncular alıp onlarla bir takım kurup bu kadronun tecrübe kazanması uğruna bir sezonu heba etme belki anlaşılabilir. Ancak Davis tipi transferler ile bir sezonluk hamleler yapmak bize bir getiri sağlamaz. Bu transferler ile birlikte 4-5-6'ya oynarız ve sıradanlaşırız. Ve de daha iyisi olmayacağından bu tranferlere göz yumarız. Ancak bu transferlere ''eyvallah(!)'' desek de bhu transferler bizi sıradanlaştırır ve geleceğe hiçbir katkısı olmayan beyhude hamleler olarak göze çarpar.

Olay sadece bu da değil. Daha iyisini yapamadığımız gibi elimizdeki değerleri de koruyamıyoruz. ''Kadife Elli Dev''i de kaybetme noktasındayız. Yani olay gerçekten vahim. Açıkçası Hüseyin gibi kariyeri boyunca en üst seviyede oynamış bir adama ''Biz küçülüyoruz, sana bu kadar verebileceğiz'' demek ve kalmasını beklemek de haksızlık. Ancak biz taraftarız ve sahada ''Bizden biri'' olmasını isteriz. Hüseyin'in sahada olması bize boşuna geçen bir sezonda ''tutunacak bir dal'' yaratacaktır. Ama şuan için iş zor gözüküyor.

Sonuç olarak Galatarasaray'ın Arka Sokaklarında işler pek de yolunda değil. Yapılanma, vizyon, organizasyon, doğru tercih, gelecek gibi kavramlar Arka Sokakalara henüz uğramamış. Ee bu ortamda oyuncu önerseniz, analiz yapsanız ne fayda!

Teke Tek Özel


Dün Tarihin Arka Odası'nda aldığım notları aktarmıştım. Bugün de her pazar günü Habertürk'te 22:00 civarında başlayıp 02:00'ye kadar devam eden Fatih ALTAYLI ve Murat BARDAKÇI'nın sunduğu programda aldığım notları aktarmaya çalışacağım.

Geçen hafta Prof. Dr. İlber ORTAYLI'nın konuk olduğu programda ''Amerikan Tipi Tarihçilik'' eleştirilmiş ve birkaç isim dışındakilerin Osmanlı Tarihi ile ilgili araştırmalarının ciddiye alınamayacağı belirtilmişti. Bu hafta programın konuğu Murat BARDAKÇI'nın deyimiyle ''bizden biri'' olan Princeton Üniversitesi, Mustafa Kemal ATATÜRK Kürsüsü profesörlerinden Prof. Dr. Heath Lowry idi. İlk kez Türkiye'ye 1964 yılında dönemin ABD Başkanı John F. Kennedy'nin ''Barış Programı'' çervesinde Türkiye'ye geldi. Türkiye'de 2 yıl kalan ve daha sonra geri dönen Lowry, 1971'de tekrar ülkemize geldi ve uzun süre kaldı.

* Türklerin ''Sözde Ermeni Soykırımı''na karşı olan tezini destekleyen Lowry, bu olayın ancak arşivlerin açılması ile çözlüceğini belirtti.

* Lowry, kendisinden biyografisini yazmayı isteyen Türkiye Cumhuriyeti 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile iyi diyaloglar kuran Lowry, en son Özal'ın ölümünde 3 hafta önce Washington'da bir davette karşılaşmıştır. Özal kendisini bekleyen davetlileri bir kenara bırakıp bir odada Lowry ile bu konu hakkında görüşmüştür. Lowry biyografiyi yazmak için 75 saate gerek olduğunu söyledi ve Özal da bunu kabul etti. Fakat bundan sonra Nisan'da Turgut Özal vefat etti.

* Lowry Trabzon'un İslamlaşması ve Türkleşmesi ile ilgili bir kitap yazdı.

* O dönemlerde Müslümanlarda soyadı yoktu. İnsanlar kayıt edilirken babalarının ismi ile kayıt ediliyordu. Din değiştirip Müslüman olan Hristiyanlar da adlarını değiştiriyorlardı. Ancak babalarının adlarını değiştiremeyecekleri için baba adlarının yerine genelde Abdullah yazıdıryorlardı. Buna dikkat ederek bir bölgedeki islam'ı kabul edip, din değiştirmeyi saptayabiliyordu.

* Karadeniz genel olarak dağlık bir bölgedir. Bu bölgede tarım öncelikli olmadığından burada Müslüman nüfus fazla yoktu. Bu yüzden Trabzon fethedildikten sonra ilk gelen Müslümanlar sürgün ile beraber gelmiştir. Daha sonra bir topluluk da gönüllü olarak gelmiştir. Trabzon ile İstanbul arasında bir bağlantı hep olmuştur. Trabzon ve civarında bulunan balıkçılar, zanaatkarlar... İstanbul'a götürülerek İstanbul ekonomisi canlandırılmaya çalışılmıştır. Ancak Mübadeleye kadar Trabzon'da önemli sayıda Rum topluluk vardır.

* Osmanlılar, vergilerde Bizans'a göre %60 civarından indirim yaparak halkı yanına almış ve isyanları önlemeye çalışmıştır.

* 15. yy'da Osmanlılar Balkanlar'a fethe gitmeden önce o bölgede bulunan beyleri vergiye bağlıyor. Bir süre sonra fetih ediyor. İlk Osmanlılaştırılan ve İslam'ı kabul eden kesim de bu gruptur. Bunun nedeni de bölgede söz sahibi oldukları için düzeni bozmamak ve vergileri daha iyi toplamak. Bu üst tabakadan sonra fakirler İslam'ı kabul etmiştir. Ancak bu din değiştirmeler toplu bir şekilde olmamıştır. Yavaş yavaş olmuştur.

* Balkanlar'da fetihlerde önemli rol oynayan uç beylerine fetihlerde kazandığı toprakların bir kısmını bu uç beylerine vakıf olarak veriyor. Bunun nedeni de uç beyleri seferde olmadıkları sırada duracakları bir yerleri olsun. Bu vakıf edilen yerler zamanla tekke ve tarikatlar olmuştur.

* Rumeli'yi asıl fethedenler Osmanlı Sultanları değil, uç beyleridir. Bunlardan bazıları Mihailoğulları, Malkoçoğulları ve Evrenoslar'dır. İçlerinde en güçlüsü de Evrenos Bey'dir. Askeri ve ekonomi açısından çok kuvvetli bir beydir. Osmanlıların kurucu ailelerinden biridir. Ancak bu beyler çok yüksek mevkiilere getirilmemiştir. Ayrıca hiçbir uç beyi de Osmanlı Hanedanı'ndan bir kız ile evlenmemiştir.

* Evrenos Bey Gümülcine merkezli başladıktan sonra Selanik ve çevresine kadar önemli toprakları alıyor. 1912'ye kadar da bu çevre Evrenos ailesinin merkezi olmuştur. Ayrıca Selanik civarında 59 köyü de vakfetmişlerdir.

* 1516-1517 Osmanlı için bir kırılma noktasıdır. Daha önce Balkan ağırlıklı fetihler gerçekleştirildiğinden nüfusta Gayrimüslimler lehine bir dengesizlik görülmekteydi. Ancak bu denge Mısır Seferi'nde sonra değişmeye başlamıştır. Bu tarihten önce Roma etkisi görülürken, bu tarihten sonra Arap etkisi görülmüştür.

* Osmanlı fethettiği bölgelerde bergi isimlerini değiştirmemiştir. Bunun nedeni halkın tepkisini çekmemek ve alışılmışın dışına çıkmamaktı. Çünkü ödenecek para aynı da olsa verginin isminin değişmesi halkı rahatsız edebilirdi. Amaç vergilerden elde edilen gelirdi. Bu yüzden de değişiklik yapılmamıştır.

* Osmanlı kendine o kadar güvenlidir ki eğer Bizans devam etseydi imparator olacak olan Bizans Varislerine yüksek mevkiilerde görev vermişler hatta bir tanesi sadrazamlık yapmıştır. Bu da Osmanlı'nın verdiği önemli mesajlardan biridir.

* Fatih Sultan Mehmet Dönemi'nde birkaç kez ''korkunç veba'' olmuştur. Fatih Sultan Mehmet bu vebanın insandan insana bulaşıcı olduğunu düşünerek seferdeyken birkaç kez şehire geri dönmemiştir. Bunun nedeni de salgına yakalanmamak için önlem almaktır. Bu akla yatkın bir yaklaşımdır. Benzer bir veba salgını Kanuni Sultan Süleyman zamanında olmuştur. Bir devlet görevlisi bu vebadan kaçmak için adaya gitmek istemiştir. Kanuni ise bunu veba bir kaderdir, kaçılmaz diyerek reddetmiştir. Veba herkes tarafından kaçınılmaz bir olay olarak görülmüştür. Bu iki padişahın davranışı 100 yılda oluşan zihniyet farkını göstermektedir.

* Gazi İsrail, Simavra'yı aldıktan sonra tekfurun kızı ile evlenmiştir. Oğulları da Şeyh Bedrettin olmuştur. Serzeli olan Bedrettin daha sonra Fetret Devri'nden bıkıp isyan ettiği gerekçesi ile Serez'de asılmıştır. Serez'de bir türbesi vardır. Zamanla toprakla kapanan bu türbe son zamanlarda gelen bir sel ile ortaya çıkmıştır. Bu yeri de Lowry bulmuştur.

* Fatih Sultan Mehmet vebaya ilaç bulmak için bir heyeti Limni'ye yollamıştır. Bu heyet bulamasa da daha sonra gönderdiği kişiler Limni'de yılda bir kez ortaya çıktığı düşünülen toprakla özel bir karışım sonucu yapılan ilacı saraya yollamışlardır. Bu 1908'e kadar devam etmiştir. Saraya her yıl bu ilaç tabletleri yollanmıştır.

Uğur YILMAZ

28 Haziran 2009 Pazar

Avrupa'da Transfer Borsası



Defans oyuncuları ile ilgili hakkında haber çıkan Marsilya, Diawara, Servet derken Porto'nun kaptanı Arjantinli Lucho Gonzales'i kadrosuna kattı. Lucho benim sevdiğim ve beğendiğim oyunculardan biridir. Birgün onu Galatasaray'da görmek hep istemişimdir. Marsilya ile 4 yıllığına anlaşmış. Porto'ya 18 milyon euro ödeyeceklermiş. Marsilya için iyi transfer olmuş.


Bizim basının dilinden düşmeyen Saviola da Benfica ile anlaşmış. Kariyeri düşüte olan ve Real Madrid'de şans bulamayan Saviola, Benfica ile 1 yılı opsiyonlu 4 yıllık sözleşme imzalamış. Bizim basına da Cisse'nin ardından ikinci kapak olarak hediye edilsin. 5 milyon euro civarında bir ücret ödemişler Real'e Saviola için.
Bir başka Portekiz takımı Sporting Lizbon da Villareal'den Mati Fernandez ile anlaşmış. Şilili orta saha oyuncusu 23 yaşında. Lizbon için iyi bir transfer olmuş.

Aman Nazar Değmesin!








Herşey yolunda gidiyor. Takım Rijkaard-Neeskens-Roca'ya emanet. Neşeli bir şekilde idmanlar devam ediyor. Herkesin keyfi yerinde. Aman bozulmasın!

Herşey iyi olacak!

F4 Aşkına!


Efes Pilsen bu sene müthiş bir geri dönül sonucunda şampiyon oldu. Gerçekten 2-0'dan sonra o geri dönüşü yapmak hiç de kolay değil. Ancak sene boyu gösterdikleri performans ile işi ciddiye aldıklarını gösterdiler. Başlarında Ergin Ataman gibi elindeki malzemeden max. verim almayı başarabilen bir koç var. Bu sene Euroleague'de tarihlerinin en kötü performansını gösterdiler. Şimdi ise hedef Euroleague. Buna yönelik transferler yapmayı planlıyor ve büyük düşünüyorlar.

Ellerinde iyi bir yerli kadrosu var. Sinan, Ender, Kerem Gönlüm, Kerem Tunçeri, Kaya Peker gibi yerlilere sahipler. Bunun da üzerine koymaya çalışıyorlarmış. Yazılanlara göre Ersan ile ilgileniyorlarmış. Bu zaten iyi olan yerli kadrosuna iyi bir parça daha demektir. Bunun yanında Ermal ismi de dolaşıyor.

Yabancılarda ise Rakocevic'i aldılar. Çıtayı çok yükselttiler. Rakocevic gibi Euroleauge sayı kralı olmuş bir oyuncuyu getirmek çok zor bir iştir. Ancak Efes hedefleri doğrultusunda böyle transferler yapmalıydı ve bunu da yaptı. Bench'in Arkası'nda Alperen'in dediğine göre Kasun, Thornton ve Shumpert kesin kalacakmış. Bu da kadro yapısını korumak için çok doğru bir hamle. Yapacakları diğer transferlerle korudukları bu yapının dahqa da üstüne çıkacaklardır. Yine Rakocevic ayarında hatta daha üstünde bir transfer bekliyorum. Efes F4 için çok ciddi adaylardan biri. Bunu yapabileceklerine de inanıyorum.

Bir ara bizimkilerle ilgili de birkaç şey yazmak lazım.

Tarihin Arka Odası


Bu blogu oluştururken kafamda olan düşüncelerden biri de sporun dışında da yazılar yazmaktı. Ancak vakit olmadı. Bırakın diğer alanlarla ilgili yazı yazmayı son birkaç güne kadar doğru dürüst güncel konularla ilgili yazılar bile yazamadım. Bundan sonra mümkün oldukça diğer konularda da yazı yazmaya uğraşacağım. Tarih ile ilgili yapılan programlardan aldığım kısa notları aktarmaya çalışacağım.

Her Cumartesi Habertürk'te 23:15 sularında başlayıp 05:00'e kadar hatta daha ileri zaman dilimlerine kadar süren Tarihin Arka Odası'nda dün konu bugünlerde tartışma konusu olan İran'dı. İran Tarihi ve Türkler ile ilişkileri anlatıldı. Programı sunanlar Murat BARDAKÇI, Doç. Dr. Erhan AFYONCU ve Pelin BATU. Programdan aldığım kısa notları aktarmak istiyorum.

NOTLAR

*
Mevlana, Afganistan'da Zerdüşt Merkezlerinde yaşamış ve buralardaki kültürden etkilenmiştir. Bu yüzdendir ki semazenlerin dönüşleri ile zerdüştlerin raksları arasında benzerlik bulunmaktadır.


* İranlıların dayandırıldığı ilk imparatorluk Med İmparatorluğu'dur. Med'ler çok uluslu bir yapıya sahiplerdir. Günümüzde Kürtler ve bazı uluslar kendilerini Med'lerden geldiğini düşünmektedir.

* Med'lerden sonra Ahemenişyan İmparatorluğu kurulmuştur. Ahemenişler, MÖ 530-350 yılları arasında bölgede hüküm sürmüştür. En büyük İmparatorları da Keyhüsrev'dir. Günümüzde İran'da türbesi bulunmaktadır. Devlet olgusunu ve teşkilatını oluşturmuşlardır. Bu yüzden birçok kesmi bu yönden etkilemişlerdir. Ardından Dünya Tarihi'nin sayılı hükümdarlarından olan İskender tarafından yıkılmışlardır. Bu nedenden helenize olmaya başlamış ve bu akımdan etkilenmişlerdir.

* Ahemenişler'den sonra kurulan birkaç devletin ardından Sasaniler devri başlamıştır. Sasaniler, İran'ın son Fars İmparatorluğu özelliğini taşımaktadır. Sasaniler döneminden sonra İslam etkisine girmişler, Türk ve Moğol egemenliğine de girmişlerdir.Sasaniler, İslam Orduları'na Kadisiye Savaşı'nda yenilirler. Bu savaş çok kanlı olmuştur. İran yavaş yavaş Müslümanlaşmaya başlamıştır. Fakat İslam'ı kabul etmeleri biranda olmamıştır. Günümüzde de devam eden Zerdüştlük gibi inançlar uzun süre devam etmiştir.

* Sasaniler yenilmesine rağmen gelenekleri ve yapıları Araplara işlemiştir. Arapların tarih boyunca düzenli, büyük bir devlet yapıları olmadığından dolayı Farsların yapılarından etkilenmişlerdir. Farslar birçok devlet kademesinde görev almışlardır ve Arap devlet yapısına şekil vermişlerdir.

* 1040'ta Dandakan'ı kazanan Selçuklular, İran'a hakim oluyor. Ancak Selçuklular da Fars kültürü ve yapısından etkileniyor. Devlet yazışmalarında Fars dili kullanılıyor. Bu da Türkmen özelliklerinde zayıflamalar görülmesine neden oluyor.

* Daha sonra kurulan Harzemşahları da Cengizhan önderliğindeki Moğollar yıkmıştır. Moğollar, İran'da hüküm sürmeye başlıyor. Ancak İran'ın köklü kültürel yapısı içinde asimüle olan Moğollar kimliklerini kaybediyorlar. Bu dönemdeki İlhanlılar Müslüman olmaya başlıyorlar. Günümüzde ''Şii Öğretisi''ni benimseyen İranlılar'da o dönemde Sünnilik ve Şiilik de yaygın durumdaydı.

* Bir süre Karakoyunlular ile Kra Yusuf hüküm sürdükten sonra bir başka Türk olan Uzun Hasan'ın önderliğindeki Akkoyunlular hüküm sürmeye başladı. Akkoyunlular, Anadolu Türk'üdür. Uzun Hasan, Osmanlı'ya karşı ittifaklar yaparak Osmanlı'yı yenmek istiyor. Fatih Sultan Mehmet de Otlukbeli'ne kadar Uzun Hasan'dan hayli çekinmiştir.

* Uzun Hasan gücünün verdiği güvenle Tokat'ı yağmalamıştır. Fatih Sultan Mehmet buna çok kızmıştır. Hatta iki hükümdar arasında mektuplaşmalar olmuştur. Fatih Sultan Mehmet kışın sefere çıkmaya kalkışmış ancak vezirler tarafından zor durdurulmuştur.

* Ardından çatışmalar başlamıştır. Uzun Hasan, ilk öncü kuvvetlerde Osmanlı'yı yenilgiye uğratmasına rağmen üstüne gitmemiştir. Osmanlı'yı Otlukbeli'nde pusuya düşürmeye çalışmıştır. Bunda da başarılı olmuştur. Ancak Şehzade Mustafa'nın önemli tepeleri alması ve Osmanlı'da bulunan toplar sayesinde savaş Osmanlı lehine dönmüştür. Uzun Hasan yenilmiştir.

* Akkoyunlular Sünni bir bir topluluktur. O sıralarda Hazar kıyılarından ''Erdebil Sufileri'' bir tarikat kurmuştur. Başlangıçta Şafi olan bu tarikat daha sonra Şiiliğe yönelmiştir. Bu tarikat siyasete karışmaya ve İran'ı Şii yapmaya çalışıyor. Bir süre sonra Şeyh Cüneyt Anadolu'ya sürülüyor. Burada bulunan Türkmen aşiretlerinden önemli miktarda mürit topluyor. Bunun yanında Halep ve Şam'da da müritleri bulunuyor.Uzun Hasan'ın kızkardeşi ile evlenmiş ve Uzun Hasan'a yakın durmuştur. Uzun Hasan öldükten sonra onu tehdit olarak gören yönetimler olmuştur. Şeyh Cüneyt de bir kuvvet toplayarak kendi devletini kurmaya çalışırken 1455'te öldürülmüştür. Ardından Şeyh Haydar da aynı amaç uğrunda öldürülmüştür.

* Kendisinden önce dedeleri öldürülen Şah İsmail de müritler tarafından kaçırılıp, saklanmıştır. Şah İsmail'e ''Şii Öğretisi'' öğretilmiştir. Ve Şah İsmail işe Anadolu'dan başlamıştır. Bir süre sonra da Safevileri kurup, başına geçmiştir. Halkını Şii yapmaya çalışıyor. Ancak o dönemde halkın önemli bir kısmı Sünni'dir. Şah İsmail bu yolda kararlı olduğunu bildiriyor ve toplu mezhep değiştirmeler başlıyor. Bu çok kanlı oluyor.

* Safevileri kuranlar Anadolu Türkmen aşiretlerinden giden kişilerdir. Ancak bu aşiretlerin içersinden bir kısmı İran'a giderken diğer kısmı da Anadolu'da kalmıştır. Anadolu kalan bu Türkmen aşiretleri kendilerini hükümdar olarak Osmanlı padişahını değil, Şah İsmail'i tanımışlardır. Bu yüzden Anadolu'da birçok isyan çıkmıştır.

* Yavuz Sultan Selim de bu isyanları dindirmek için tahta geçmiştir. Çaldıran Savaşı'na giderken Yavuz Sultan Selim tehlikeleri ve isynları önlemek için Anadolu'da bulunan Safevi yandaşı Türkmen aşiretlerini deftere geçirtmiştir. Bunları bir kısmı da öldürülmüştür. Ancak ölü sayısı asla 40.000 falan değildir. Çünkü o dönemde Sivas'ın nüfusu zaten 3.000 civarında idi. Bu denli büyük bir kayıp o dönemde gözükmüyor.

* Çaldıran Savaşı'nda Şah İsmail'i mağlup eden Yavuz Sultan Selim bu savaştan sonra bir daha Şah İsmail'i muhattap almamıştır. İran üzerine ikinci kez bir sefere çıkmak istemiştir ancak askerlerin perişanlıkları ve isyan etmeleri yüzünden bu seferden vazgeçilmiştir.

* Kanuni Sultan Süleyman zamanında Irakeyn Seferi'ne çıkılmıştır. Bu sefer ayrıca önemli bir devlet adamı olan İbrahim Paşa'nın ''makdul'' olmasına da zemin hazırlayacaktır. Bu seferler sırasında Bağdat ele geçirilmiş ve kısa bir ara hariç 400 yıl hüküm sürülmüştür. Bu seferde alınan topraklar İran'ın önünü ve Dünya ile bağlantısını kesmiştir.

* Ancak seferlerde alınan şehirler sürekli el değiştirmiştir. Bunun nedeni de halkın farklı mezhepten olması ve Batı Seferlerine ağırlık verilmesidir.

* Ibn-ı Haldun'un Timur'dan korkanlar için söylediği söz ''Timur'dan korkma Mısır'ı onlar değil Osmanlılar alacaktır.'' Bu da Ibn-ı Haldun'un ileri görüşüne göstecektir.

* Timur'un annesi Türk olmasına rağmen baba tarafında Moğol'dur. Ancak kültür olarak Türk etkisinde kalmıştır. Türkleşmiş bir Moğoldur.

* Aleviler eski Türk geleneklerini de yaşatan İslam koşullarını kendilerine göre uygulayan içine başka uluslar karışmamış Türkler'dir.


03:30'dan itibaren not alamayı bıraktım. Ancak bunların dışında Türk-İran ilişkileri konuşuldu. Ayrıca elçiler arasında olan diyaloglar anlatıldı.

'' Sırrı selhinden Nesimi'ye sual ettim dedi
Reh neverd-i Kabe'yi ışkız budur ihramımız''



27 Haziran 2009 Cumartesi

Transfer Stratejisi/Hovardalığı(!)


Bu yaz dünyada transfer borsasını etkileyen iki önemli olay oldu benim gözümde. Biri Türkiye Ligi adına biri de Dünya çapında etki gösteren iki olay.

Birincisi Fenerbahçe'nin Başkanı Aziz Yıldırım'ın yeniden seçilmesi ve seçildikten sonra verdiği söz. Herkesin bildiği ''3 sene üst üste şampiyonluk'' sözü. Bu söz ilk verildiğinde biraz havada kalan bir sözdü. Çünkü Fenerbahçe'nin buna dair bir altyapısı veya hazırlığı yok. Yani öncesinde planlanmış bir düzen yoktu. Ama Aziz Yıldırım sözünden de geri dönemezdi. Bu yüzden birkaç seneden beri heveslendikleri ancak ellerine yüzlerine bulaştırdıkları ''Avrupa hedeflerini'' ikinci plana attılar. Ve şampiyonluğu garantileyecek veya kolaylaştıracak hamleler yaptılar.

Bunlardan ilki ligi tanıyan ve oynattığı futbol itibari ile Türkiye'de başarıya yatkın bir teknik direktör olan Daum ile anlaştılar. Hemen ardından Aykut Kocaman'ı da ''sportif direktör'' olarak takımın başına getirerek işi biraz daha sağlama aldılar. Bu hamlelerle beraber belki Aziz Yıldırım ''Avrupa hedeflerini'' geri plana attı ancak sözünü tutmak için öneml bir adım atmış oldu. Aslında kötü bir plan da sayılmazdı. Kısa vadede sonuç verecek ve Aziz Yıldırım'ın işine gelecek bir hamleydi.

Ancak bu planları bozan hamle Galatasaray'dan geldi. Galatasaray, Rijkaard ile anlaşarak Aziz Yıldırım'ı biran tereddüte düşürdü. Gelen sadece Rijkaard değil onla birlikte Neeskens, Puyol ve ''total futbol''u amaçlayan yetiştirmeci ve üretime dayalı bir anlayıştı. Eğer bu hamle tutarsa Aziz Yıldırım'ın sözü yalan olurdu. Bu da Aziz Yıldırımı farklı bir yola itti. Yeni bir strateji geliştirdi ya da gelişi güzel bir hamleydi. Bu hamle birçok şeyi alt-üst etti. Yerli piyasası birden tavan yaptı. Galatasaray'ın anlaşmak üzeri olduğu İsmail'in değeri birden katlandı ve 5 milyon euro + iki oyuncuya kadar çıktı. Topuz savaşı ile başlayan süre. yapay bir ortam yarattı. Bu ortamdan yararlanmaya çalışan Anadolu kulüpleri de oyuncularının fiyatlarını ettiği değerlerin çok daha üzerine çıkarttı.

Öyle ki Galatasaray'ın 5.5 milyon euro'ya aldığı gol kralı Milan Baros'tan daha değerli oldu Topuz. Topuz'a ödenen bedel ile çok daha iyileri alınabilirdi ancak işte bu hovardalık sonucu Topuz alındı. Özer, Bilica, Bekir derken Beşiktaş da bu işe katıldı. Az önce bahsettiğimiz İsmail transferindeki gibi onlarda yüksek ücretlere çıkmaya başladılar. Sercan, Volkan, Ufuk, sezer gibi oyuncuların fiyatları da tavan yaptı.

Durum öyle bir hale geldi ki Aziz Yıldırım şaka yollu da olsa Arda'ya da göz dikti. Söylenenler Hamit, Halil, Sercan ve daha birçok yerli oyuncuya da talip yönünde. Bu politika bir nevi ''benim alayım da kulübe de otursa da olur'' tarzına dönüştü. Aynı bölgeye oyuncular düşünülmeye başlandı. Yani çok çarpık ve yapay bir ortam oluştu.Bu ortamda akıllı davranan takımlar Anadolu kulüpleri oldu ve oyuncularını çok iyi bir şekilde pazarlamaya başladılar.

Aziz Yıldırım'ın unuttuğu ise para ile kurulan ''toplama takımları'n çektiği sıkıntılar. Belki iyi bir hava yakalanır bilinmez. Ancak ''paralı askerler''in ne kadar ruh katabileceği meçhul.

Bu anlattığımız Türkiye piyasasını etkileyen küçük ölçekli bir olaydı. Diğer olay ise Dünya çağında etki yapan Perez'in Real'e yeniden başkan olması ve ''Galactico'' devrini yeniden başlatması oldu.

Perez'in başkan olması ile beraber Real Madrid yeniden ''Galactico'' devrine dönüş yaptı. İlk deviriyi başlamış ancak sonu hüsranla bitmiş. Son ''Galactico''lar hayal kırıklığı yaratmıştı. Olayın özellikle pazarlama ve reklam kısmını düşünerek transferler yapılmış ve bu o devrin sonunu hazırlamıştı.

Şimdi 2. ''Galactico'' devri başladı. Ve gerçekten de çok şaşalı başladı. Bir çırpıda Kaka ve Ronaldo alındı. Bunun yanında Ribery, Villa, Alonso gibi nice isimler geçiyor. Perez alamaya da kararlı. Perez bunları az önce belirttiğimiz gibi pazarlama ve reklam faktörlerini de düşünerek yapıyor. Ancak bunun takım başarısına nasıl etkisi olacağını düşününce pek net cevaplar alınmıyor.

Futbol artık orta sahaya sayalı bir düzene dönmeye başladı. Bu yüzdendir ki Barcelona çıkışta. Çünkü Dünya üzerine en iyi pas yapan ve oyun kuran orta saha elemanlarına sahipler. Bu yüzdendir ki Messi-Henry-Eto'o üçlüsü bu kadar üst seviye performans gösterdiler. Xavi-Iniesta-Toure üçlüsü zaten çoğu işi hallediyorlar.

Real'in transfer politikasındaki isimlere baktığımızda ya forvet ya kanat adamları. Alonso listelerindeki belki de en mantıklı adam. Tabi Ronaldo'lu, Kaka'lı düzen müthiş bir hücum gücü oluştutur. Ancak eğer orta saha gücünüz olmazsa bunlar size yetmeyebilir.

Ve son değinmek istediğim nokta Barca-Real, Galatasaray-Fenerbahçe farkları üzerine. Gerçekten çok benzerler. Barcelona ve Galatasaray altyapı-öze dayalı hücum futbolu düzenleri ile birşeyler yapan, küştürün ön plana çıktığı, değerlerin önem kazandığı ve transferde yüksek bütçeli isimler almayan kulüpler. Real Madrid(Son dönem ''Galactico'' Real Madrid'i!! ve Fenerbahçe ise daha çok günlük tüketime dayalı transferler ile başarı hedefleyen, parayı ve reklamı düşünen, ticari çıkarları da düşünen kulüpler. Benim gözümde kendi değerlerini yaratmak, üretime dayalı sisteme sahip olmak daha değerlidir.

2009 NBA Draftının ardından!


1- Blake Griffin: Draftta 1 numara olması zaten bekleniyordu. Clippers Griffin'i seçerek zaten isim bazında iyi olan kadrosunun üzerine iyi bir parça daha ekledi. Griffin, NCAA'de yılın oyuncusu seçilmiş bir oyuncu. Her ne kadar bu draft geçtiğimiz senelerdeki draftlara göre zayıf kalsa da Griffin gerçekten iyi bir oyuncu. Herşeyi az yada çok yapabilen bir oyuncu. Belki de en büyük artısı bu. Çalışmayı ve disiplini seven bir oyuncu. Clippers gibi iyi parçalara sahip ancak bir türlü düzen oturtamamış bir takımda zorlanabilir. İyi bir fiziğe ve pozisyonuna göre hızlı ayaklara sahip. Hücumda takımını sürekleyebiliyor fakat orta mesafe şutları üzerinde çalışmalı. Ayrıca artık NCAA'de değil NBA'de olduğunu düşünürsek fizik avantajı burada o kadar ön plana çıkmayacaktır.

2- Hasheem Thabeet: Memphis'in Draft'ın 2 numarasında seçtiği 2.21'lik Thabeet. Yanılmıyorsam 2 sene önce Slam'de onla ilgili biz yazı okumuştum. Orda da bahsedildiği gibi bir görev adamı. Özellikle işin savunma tarafında. Ama bir süperstar olacak seviyeye gelemeyecektir. Aslında daha kuvvetli bir drafta veya uzunların daha çok olduğu bir drafta girseydi bu sıradan seçilmesi pek mümkün olmazdı. Dediğim gibi bir görev adamı. Ancak hücum yönünde gerçekten çok kısıtlı. Yani hücumda şunu iyi yapar diyebileceğimiz bir uzmanlık alanı yok. Hücumdaki en büyük skor opsiyonu hücum ribaundları. Ne sırtı dönük oynu ne de orta mesafe şutu. Ayrıca istikrarsız ve zaman zaman gereksiz faul problemlerine girmeye müsait bir oyuncu. Ancak basketbol yaşantısı boyunca kendini geliştirecektir. İyi bir görev adamı olacaktır.

3- James Harden: Oklahoma tarafından 3 numarada seçilen Arizona'lı guard. Sene başlarında gösterdiği performans ile beraber Draft'ta bir numara bile olabileceği konuşuluyordu. Ancak daha sonra performansında düşüş oldu. Harden gerçekten çok önemli bir hücum silahı. Solak bir oyuncu. Keskin bir şutu ve iyi sayılan penetreleri var. Skor anlamında çok önemli işler yapabilecek bir oyuncu. Ancak bazı dezavantajları var. Bunlardan en önemlisi 2 numara için ayaklarının yavaş olması. Aslında özellikleri itibari ile 3 numaraya daha yakın olmasına karşın fiziki olarak da oraya uygun değil. Ancak Harden skorer kimliği ile önemli işler yapacaktır.



4- Tyreke Evans: Evans Sacramento tarafından seçildi ve draftın 4 numarası. Aslında Kings'in bir guard seçmesini bekliyordum ancak onlar Evans'ı aldılar. Evans spektaküler bir oyun tarzı olan bir oyuncu. Oldukça iyi bir atletizme sahip. Ve fena da olmayan bir dış şuta. Fakat kendini geliştirmesi gerekli. Ayrıca zaman zaman yanlış seçimler yapabiliyor. Basketbol bilgisi bu anlamda biraz sorunlu olsa da yetenekleri ve potansiyeli göz önünde bulundurulduğunda önemli işler yapabilecek bir oyuncu.



5- Ricky Rubio: Son dönemde Dünya Basketbolu'nda ABD'nin ardından en önemli takımı olarak ön plana çıkan İspanya'nın yetiştirdiği potansiyelli guardlardan biri daha. Bir diğer İspanyol patentli guard olan Sergio geçen sene NBA'e gelmişti. Rubio ama çok daha farklı. Şuan herkes tarafından ayrı bir gözle izleniyor. Gerçekten özel bir oyuncu. Oyunun her alanına katkı yapabilen iyi bir savunmacı, play-maker... Avrupa'nın en potansiyelli genç oyuncusu. İspanya alt takımlarında adeta harikalar yaratmış bir isim. Drafta bakıldığında basketbol IQ'su denen olgunun en yüksek dozda bulunduğu isim olarak lanse edebiliriz. Draftta daha üstten seçilebilirdi ancak 5. sıraya kadar düştü. Bu kadar iyi özelliklerinin yanında dezavantajları da var. Bu anlamda ilk sırada yazılan madde fiziki dezavantajı. NBA'deki oyuncuların fiziki ortalamarını düşündüğünüzde bu konuda sıkıntı yaşayacaktır. Bunu da çalışıp aşmalı tabi diğer yeteneklerini köreltmeden.

6- Jonny Flynn: Minnesota'nın Rubio'nun ardından 6. sıradan seçtiği guard. Birçok soru akıllara geldi. 5. ve 6. sıra draft haklarının ikisini de guard olarak kullanan Minnesota'nın planlarına dahil. Daha sonra bir takasa girebileceği de konuşuldu. Ama tüm bunların yanında Flynn hakkında birkaç şey söylemek gerekli. Onun hakkında söylenen en önemli şeylerden biri NBA'e hazır olması ile ilgili. Bu yüzden Flynn'ın ilk etapta Rubio'nun önünde ilk 5'te başlayacağını düşünenler azınlıkta değil. Çabuk bir guard. Takımını yönetmeyi biliyor ve fena da olmayan bir şutu var. Kısacası Flynn iyi bir seçim gibi duruyor.


7- Stephen Curry: Golden State'in 7 numaradan seçimi Davidson'ın combo guardı Curry oldu. Curry sanırım bu draftta en çok tartışılan isimlerden biridir. Fiziki olarak gerçekten yetersiz. Hani üfleseniz düşcek bir görüşünüşü ve fiziki yapısı var. Ancak bunun yanında yüksek derece bir fundamantelı ve çok iyi olduğu bir şut opsiyonu var. Hani liselerde şutörlükleri ile ün kazanmış oyuncuları vardır ya onlardan biri Curry. Üst düzey bir şutör. Ancak onun için söylenenlerden NBA'de başarılı olamayacağı yönünde. Özellikle fiziki açıdan ele alırsak pek haksız da sayılmazlar. NBA'e NCAA'den ne keskin şutörler geldi ancak nicesi de bir kuyruklu yıldız misali kaydı. Curry'nin akibetini bekleyip görelim.


8- Jordan Hill: New York Knicks Hill'i 8. sıradan seçti. Kimilerine göre düz bir oyuncu. NBA'de başarılı olması için kendini geliştirmesi gerekli. Ancak onun da atletik anlamda önemli yetenekleri var. Ancak diğer alanlarda verdiği katkılar pek yeterli değil. Bunların üstüne gidip kendini geliştirirse iyi bir oyuncu olabilir. Ama daha üst seviyelere çıkacağını düşünmüyorum.


9- DeMar Derozan: O aslında daha üst sıralarda seçilmesi beklenilen oyunculardan biriydi. Ancak geçen zaman zarfı içersinde beklenenin altında performans göstermesi sebebi ile daha gerilere düştü. Bir ara adı ilk 2 içersinde geçiyordu. Müthiş bir atletik yeteneğe sahip. Çok iyi sıçrayabiliyor. Bu anlamda çok özel bir oyun. Ancak şu var ki dış şutları da kötü. Zaten dış şutlarını daha yüzdeli bir hale getirseydi daha üst sıralardan draft olurdu. Ancak Toronto'da iyi işler yapabilir. Ama şutlarını geliştirmesi gerekli.


10- Brandon Jennings: Draftın 10 numarası Brandon. İtalya'da Virtus geçmişi de olan potansiyelli bir guard. 89 doğumlu. Onun da atletizm özellikleri ön planda. Top hakimiyeti ve pas yeteneği de iyi düzeyde olan bir guard. Milwaukee için iyi bir seçim olarak görülüyor. Gelecek için umut vaat eden izlenmesi gereken bir oyuncu.


Uğur YILMAZ

26 Haziran 2009 Cuma

Derwall'i saygıyla anıyoruz...


Kuruluşumuzdaki amaç olan '' Türk olmayan takımları yenmek'' düşüncesini tekrar canlandıran ve bir devrim yaratan ''büyük adam''ı saygıyla anıyoruz...

''Gökkuşağı misali futbol dünyamızın ufkundan bir Derwall gelip geçti. 1984-1988 yılları arasındaki dört yıla, etkileri ve sonuçları sonraki yıllarda çok daha iyi anlaşılacak olan icraatlarıyla damgasını vurdu. Galatasaray’ın Kopenhag’da zirveye ulaşan Avrupa yürüyüşünün başlangıç komutunu veren adam oldu. Sıfırdan başlamanın ve zirveye çıkmanın nasıl başarılacağını uygulamalı olarak herkese gösterdi. Yokluktan ve imkansızlıktan hiç mi hiç şikayetçi de olmadı. İş yapmanın ve başarılı olmanın mazeret üretmekten daha önemli olduğunu yaptığı kalıcı işlerle hepimize ispat etti. İnsan olarak da mütevazı kişiliği kadar herkesle kaynaşabilen duruşuyla da önemli mesajlar verdi.

İşte bu yüzdendir ki, onu çok sevdik. Sadece teknik direktörümüz olduğu için değil, hep bizden biriymiş gibi davrandığı için de sevdik. Yabancı biri diye de bakamadık ona bu yüzden. İçimizden biri gibi gördük onu her zaman. Öldüğünü duyunca da eski bir teknik direktörü kaybetmenin ötesinde bir yakınımızı yitirmişçesine üzüldük.
26 Haziran 2007 günü aramızdan ayrılan Derwall’i ölümünün 2. yılında özlemle ve saygıyla anıyoruz...
''

galatasaray.org

2009 NBA Draftı

İlk 10 Oyuncu

1) Los Angeles Clippers - Blake Griffin
2) Memphis Grizzles - Hasheem Thabeet
3) Oklahoma - James Harden
4) Sacramento Kings - tyreke Evans
5) Minnesota - Ricky Rubio
6) Minnesota - Jonny Flynn
7) Golden State - Stephen Curry
8) New York Knicks - Jordan Hill
9) Toronto Raptors - DeMar Derozan
10) Milwaukee Bucks - Brandon Jennings

Ayrıca ligimizde forma giyen Emir Preldzic, Suns tarafından 57. sıradan seçildi.

Bir ara bu isimlerle ilgili yazı yazmak gerekir.

Carter@Magic





Sene sonunda bakalım böyle gülebilecekler mi?

Vince Carter'a Orlando'da başarılar.

Carter Orlando'da!


NBA'de bu yaz da yine ortalık karış. Takımlar hamlelerini yapıyorlar. Cavs Shaq'ı alıp pota altına sağlam bir takviye yaparken, Boston Allen'ı gönderme çabaları içinde dolaşırken, Spurs kadrosuna Jefferson'ı katarken, Wizards Miller&Foye ikilisini kadrosuna katarken Orlando da hamlesini yaptı. Şimdi Orlando'ya ne desek boş. Adama demezler mi senin zaten işleyen bir düzenin yok mu? Niye bunun üstüne koymak yerine gereksiz bir parça değişimine gidiyorsun. Hem elindeki uyumlu parçayı gözden çıkartıyorsun hem de aldığın parçanın diğer parçalarla uyumunu göz önünde tutmadan hamle yapıyorsun.

Bu sene Magic kendinden beklenenin çok üstünde bir performans gösterdi. NBA Finali yaptı. Hatta daha önceki finalin aksine maç bile kazandılar. Onları buraya getiren mükemmel bencleri veya harika savunmaları falan değildi. 4 dış adam + Howard formülü ile çok can yakıyorlardı. İçerde Howard'a boş alan bırakıp dışarda da topu seri bir şekilde boş adama ulaştırarak rakibi şaşkına çeviriyorlardı. Ve de onları özel yapan bu yapıydı. Dış şut ağırlıklı oynayarak büyük farkları kısa zamanda kapatmaları, zaman zaman son saniye basketleri ile yenilmelerine rağmen hiç pes etmeyen bir yapıları vardı. Ama şimdi gereksiz bir hamle yaptılar

Hido kontratındaki opsiyonunu kullanmayarak serbest kaldı. Amacı hak ettiği kontratı almaktı. Ancak Orlando cimriliği yüzünden uzun zamandan beri aradıkları ancak henüz yakaladıkları sistemin en önemli parçasını Lewis-Howard-Hido üçlemesinden Hido'yu gözden çıkartmaya niyetliydi. Hido'nun istediği 10-12 MD'lık kontratlar için ''O kadar etmez!'' demeye başladılar. Ancak unuttukları birşey vardı ki bu sistemin en önemli dişlilerinden biriydi Hido. Bir dönüp kendilerine sorsalar biz ''Guardsız(!)'' bir şekilde nasıl NBA Finali yaptık diye cevabı bulacaklardı.

Yaptıkları Carter hamlesi ile Hido'yu gözden çıkardıkları belli oldu. Şimdi Carter hamlesine biran için anlamaya çalışıyorum ancak bir mantıklı izah aklıma gelmiyor. Carter'ı alarak hem sistemin önemli bir dişlisi olan Hido'ya yol veriyorsun hem de Lee gibi çaylak sezonunda magic'in başarısında önemli pay sahibi olmuş bir adamı elden çıkartıyorsun. Alston için birşey diyemem. Dediğim gibi Orlando zaten koskoca sezonu guardsız(!) geçirdi. Ne Nelson'ı ne de Alston'ı guard olarak saymam ben. Bunun yanında bir Battie'yi vermişler. Hem Hido'ya yol vermiş oldular hem de bench denen bir olgu da bırakmadılar ortada.

Orlando'nun bu hamlesini anlayan bir zahmet bana da izah eder bir ara. Artık Hido'yu da seneye başka takımda izleriz. Portland'ın falan adı geçiyor. Hadi hayırlısı...

25 Haziran 2009 Perşembe

Özledik be Abi!


Ölümünün 4. yılı

Zaman çabuk geçiyor. Herşey tükeniyor. Ancak acın unutulmuyor Kazım Abi...

Yorumsuz!


Bu adamın için ne söylesek boş!

Kendisine gösterilen sabrı tüketti. Geldiği güne lanet ettirir hale geldi...

Herşey güzel olacak!


Son günlerde herkeste bir sabırsızlık var. Anlamadığım bir şekilde herşey hemen olsun bitsin istiyorlar. Rakiplerin ''transfer şovlarının(!)'' gölgesinde kalmamızdan yakınıyorlar. Varsın o ''transfer şovlarının(!)'' gölgelerinde kalalım. Geçen sene transfer şampiyonu(!) olmuştuk ancak ligin sonu bizim için hüsranla bitmişti. Zaten bu işler bize göre değil. Biz az ama öz transfer yapmalıyız. Zaten öyle 10 oyuncu transfer etmemizi gerektirecek bir durum yok. Hadi onu geçtim öyle bir mali kaynağımız da yok. Bizim yapmamız gereken 3-4 tane nokta transfer. Boşa atılacak kurşunumuz yok. Zaten biz en büyük vurgunumuzu yapmışız. Senenin transferi çoktan yapılmış. Ancak çok önemli bir kesim bunun etkisinden çabuk kurtulmuş ve veryansın etmeye başladılar.

Biz sezona çok büyük bir hamle ile başladık: Frank Rijkaard. Ve bu hamlemiz ile beraber damgamızı vurduk. İş sadece Rijkaard ile bitmiyor. Yanında çok kuvvetli bir staff ile geldi Rijkaard. Albert Roca Puyol ve Neeskens. Biri Dünya'nın en iyi 2. adamlarından biri diğeri de Dünya'nın en iyi kondisyonerlerinden biri. Yani teknik ekibimiz çok ama çok kuvvetli. Bu konuda Dünya standartlarında bir ekibimiz var. Zaten geçen senelerden gelmiş iyi bir malzeme var. Bu malzemeyi iyi kullanabilecek bir teknik ekibimiz var. Neden bu kadar telaş anlamıyorum. Tek yapmamız gereken sabır göstermek. Gerisi gelecektir.

Bazı eksiklerimiz var. Servet'in yüksek ihtimal gideceği düşünülerek yerli stoper ihtiyacımızı Milli Takım stoperi Gökhan Zan'ı bedava alarak karşıladık. Gökhan'ı pek sevmem. Ancak Servet'i de bize gelmeden önce pek sevmezdim. Ancak Galatasaray'ın havası suyu başkadır. Diğer kulüplere benzemez. Burda öldü denen ne oyuncular canlandı. O yüzden Gökhan konusunda ümitliyim. Zaten transferin maliyetsiz gerçekleşmesi ne kadar doğru bir hamle olduğunu gösteriyor. Kalemizi yıllardır İspanya'da üst düzeyde forma giyen bir isme teslim ettik. Leo Franco'nun Rijkaard eşliğinde iyi kurgulanmış bir savunmada az gol yiyeceğini düşünüyorum. Orta alana Mustafa Sarp'ı aldık. Mustafa belki direk 11 oyuncusu olmayacaktır ancak rotasyonda önemli görevler alabilir. Oyuna sertlik katabilecek iyi bir oyuncu. Bunun dışında stopere, orta alana ve forvete yapılacak 3 takviye ile eksikliklerimiz kapanabilir. Ayrıca genç yerliler konusunda da girişimlerde bulunduğumuz söyleniyor. Volkan Şen, Sezer Öztürk, Ufuk Ceylan, Sercan gibi isimlerden birkaç tanesini kadromuza katıp rotasyona dahil edebilirsek geleceğe yönelik çok önemli bir adım atmış oluruz.

Ama bunlardan önce yapmamız gereken sabır göstermek ve Rijkaard ile birlikte teknik ekibimize güvenmek.

Teşekkürler Engelsiz Aslanlar!


Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı, son maçında Beşiktaş'ı 80-66 yenerek Tekerlekli Sandalye Basketbol Deplasmanlı Süper Lig'inde 3. kez ardarda namağlup şampiyonluğunu ilan etti.

Kurulduğu günden bu yana Galatasaray'ımızın ve Türk Milleti'nin gururu olan Engelsiz Aslanlarımıza bir kez daha teşekkür etmek gerekir. Alınmadık kupa bırakmadılar. Kıtalararası Şampiyonluk, Avrupa Şampiyonlukları... Zaten ligi saymıyoruz bile.

Herşey için teşekkürler...

LeBron&Shaq


Son günlerde NBA hareketli günler geçiriyor. İlk önce ''Yaşlılar Kampı''na dönmeye başlamış olan Spurs artık yosun tutmaya başlamış kadrosunda önemli bir hamle ile değişikliğe düştü. Bowen ve Thomas ile birlikte Detroit'ten Oberto karşılığında aldığı Johnson'ı Bucks'a yolladı. Karşılığında da Richard Jefferson'ı aldı. Hem iyi bir skorer kazanmış oldular hem de kadroda gerekli olan bir kan değişimini yaptılar. Ancak hala daha bazı eksikleri var.

Bunun yanında Washington da hamlesini yaptı. Onlarda kadrolarına Mike Miller ve Foye'u katarken karşılığında Memphis'e Songaila, Etan Thomas, Pecherov ve 5. sıra draft haklarını verdiler. Bu sene eğer sakatlıklardan yakalarını kurtarabilirlerse iyi işler yapacak potansiyelleri var.

Gelelim asıl konumuza. Cleveland organizasyonu beni de LeBron'u da yaşlandırmaya başlamıştı. NBA Finali oynadıkları sene yapmadıkları hamlenin Cavs'e neler mal olduğunu biliyoruz. Eğer o sene içersinde Bibby hamlesini yapsalardı belki de final serisinde süpürülmeyeceklerdi. Neyse konuyu dağıtmayalım. Bu sene herşey yolunda gidiyor gibi gözüktüğünde dahi bazı aksaklıklar göze çarpıyordu. Özellikle de pota altında. Pota altında adeta bir kalaslar(!) ordusuna sahip olan Cavs bu konuda sıkıntı yaşıyordu. Boş smaç dışında sayı atma gibi vasfı olmayan adamlarla doluydu. Her ne kadar işin savunma tarafında katkıları olsa da bir takıma Wallace ve Varejao gibi iki adam fazla. Ömürden yer bu adamlar. Hücumda skor opsiyonu olarak gözüken sadece Ilgauskas vardı. O da pota altı oyunlarından ziyade attığı orta mesafe şutlarla. Cavs pota altına Joe Smith takviyesi yaptı ancak tabi bu takviyenin etkisi de sınırlı oldu. Orlando serisinde ve oyunun sıkıştığı bölümlerde pota altında sayı bulamayan Cavs çok zorlanıyordu. Howard adeta tek başına dağıttı zaten ortalığı.

Bu yaz Cavs'ten bir hamle bekliyordum. Zaten beklememek mümkün değildi. Eğer bu hamleyi yapmasalardı Knicks'e gitmeye niyetli olan LeBron'un gelecek yaz Cleveland sınırları içersinde olmayacağı kesinleşebilirdi. Tam bu esnada Shaq hamlesi geldi. Shaq 37 yaşına gelmiş ve eski etkinliğinden uzak olsa da Cavs pota altına can vereceği kesin. Çünkü Cavs buna çok muhtaç. Shaq Suns'daki son senesinde bir toparlanma süreci geçirdi ve iyi maçlar çıkardı. Cavs'in için pota altında çok iyi bir opsiyon olacaktır. Ancak artık Shaq'tan 40 dakika boyunca oyunu domine etmesi beklenemez. Fakat onun pota altında bulunması bile Cavs için bir nimettir. Bu takasın Cavs'e tek getirisi Shaq olmadı. Az önce bahsettiğim ikilinin bir üyesinden kurtulmuş oldular. Ben Wallace ve Pavlovic'i Suns'a verdiler. Shaq'ın da Wallace'ın da yanılmıyorsam kontratlarındaki son seneleri.Yani yüklü kontratlarının bitmesi 2010 yazında takımlara hareket imkanı verebilir.

Kısacası kısa vadede Cavs için iyi bir hamle oldu. Shaq ve LeBron ikilisini aynı takımda izleyeceğiz. Daha önce Shaq, Kobe ve Wade ile şampiyonluk yaşamıştı. Şimdi son demlerini yaşarken bakalım LeBron ile bir yüzük daha alabilecek mi?

21 Haziran 2009 Pazar

Sağlık Olsun Rafa!


Geçen TV'de alt yazı geçerken görmüştüm. Sonra internette haberine rastladım. Ve gerçekten çok üzüldüm. Üzüntümün sebebi sadece Rafa sempatizanı olmamdan dolayı değil Federer-Rafa çekişmesini izleyemeyecek olmamdan dolayı.

Rafa'nın stili güce, atletikliğe dayalı olduğundan dolayı bu tip sakatlıklar yaşaması bekleniyordu. Bu sakatlık onu oyun stilinden dolayı çok zorluyor. Kendini denemek için iki özel maç yaptı. Ama bunlarda da yeterince hazır olmadığını görünce turnuvadan çekildi.

Neyse Rafa'nın canı sağolsun!